Sonsuz bir ışık... Güçlü, saf ve sevgi dolu... Her yeri dolduran, iliklere kadar işleyen, var olan her şeye nükseden kudretli beyaz ışık.
Her rüya böyle başlardı. Tüm vücudu hafifler, yukarı, yukarı daha da yukarı yükselip O'nun katına ulaşınca sonsuz huzura ulaşırdı. En küçük zerresine kadar hissederdi bedenini. Ve kalp atışlarıyla damarlarında akan kanın ahenkli sesini. O'na ulaşmak her şeyi hissetmek ve koşulsuz sevgiydi. Ruhu kutsal ışıkla aydınlanır, yaradanına doğru gülümseyerek yol alan bedeni sevgiyle kucaklanırdı.
Var olan her şey Tanrı'nın parçasıydı. Tanrı da var olan her şeyin aksi. Defalarca gördüğü suret ona böyle görünecekti. Az önce aynada izlediği yüzü, ışıklar içinden gülümseyerek belirecek ve onu kutsal ışığın nuru ile kutsayacaktı. Tanrı'nın huzur dolu kollarında mutlu ve huzurlu olacaktı. Bu benzersiz an lanetli dünyanın tüm yükünü omuzlarında taşıyan Ana'lar için en büyük armağandı.
Birazdan ışıkların arasından çıkacak ilahi surete doğru yürümeye başladı. İçi tarifsiz bir mutlulukla, ruhu Tanrı'ya duyduğu inançla doluydu. Işığa bakıp suretini bekledi. O suret ki, uzanan her eli tutacak kadar sevgi dolu, yalvaran her ruhu kucaklayacak kadar merhametli, aradıkları her şeyin kalplerinde olduğunu söyleyip herkese kendi suretinde görünecek kadar bilgeydi. Ve suretini bekledi.
Ta ki ışık ortadan yarılıp kızıl bir aydınlığa dönüşene dek. Ta ki görünmez eller onu kucaklayıp gök katından yer katına nazikçe indirene dek. Nurlu ışık gündoğumunun kızıl güzelliğine dönüşüp, uzaktaki dağların arkasında kıpkırmızı bir güneş belirene dek bekledi.
Kutsanıp huzur ve akıl ile ödüllendirilmeyi beklerken kendini benzersiz bir güzellikle doğan güneşi seyreder halde buldu. Tüm bulutlar doğmakta olan güneşin güçlü ışığıyla kıpkırmızıydı. Gökyüzü akşamdan kalma bir ağırlıkla gece rengi ve kızıllık arasında kararsızdı.
Neden sonra güzel gündoğumunu, tutkuyla bağlı olduğu tapınağın ana kapısından seyrettiğini farketti. Oysa o kapılar pek açılmazdı! Önemli bir gün müydü? Hemen yanındaki Tura mıydı yoksa? Sadık ve güvenilir dostu Tura. Hiç konuşmadan dümdüz karşıya bakan, ağzı sımsıkı kapalı, cesur savaşçı... Canı mı sıkkındı? Sol yanındaki eski dostu Paso'ydu. Onu görünce gülümsedi. Sevgili Paso'm benim, sırdaşım, değerli dostum. Her iki dostu da dümdüz ileriye, büyük kapının dışına bakıyordu. Çok kalabalık değillerdi. Onlar ve bir kaç eğitmen daha. Bir de kapının ağzında bekleyen, kaskatı olmuş bedeniyle Ausencia. Ne işi vardı bu çocuğun bu saatte burada? Hem nesi vardı, hasta mıydı yoksa? Başını hafifçe sola çevirdiğinde gördü Lyrica'yı. Genç kızın o en sevdiği atın üzerinde, sakin adımlarla gülümseyerek geldiğini. Ausencia avlunun ortasına doğru çıkıp Lyrica ile buluştu. Lyrica ona sevgiyle bakıyor, Ausencia yumruklarını sıkıyordu. Araları mı bozulmuştu? Halbuki bu iki yumurcak pek iyi dosttu! Geriden, aşağıdan biryerlerden çığlıklar mı duyuluyordu? Acı dolu yakarışlar? Birinin canı mı yanıyordu? Dertli biri mi vardı yoksa, ne olmuştu? Onun nasıl haberi yoktu? Tekrar Lyrica'ya verdi dikkatini. Genç kız atını kapıya doğru sürdü. Hafif bir rüzgar atın ve genç kızın kumral saçlarını dürttü. Ne kadar güzeldi. Ne kadar hayat dolu, narin ve meleksi. Ne kadar güzel... Lyrica yola çıkmadan atının üzerinde döndü, sağ elini kalbine götürüp gülümseyerek selamladı onları. O harika bir elçi olacaktı.
'Tanrı onu her türlü kötülükten sakınacak,
sevgi dolu kollarıyla kucaklayacak...
Bu kutsanmış yürek Tanrı'nın cesur bir elçisi olacak...'
Lyrica atını mahmuzlayıp ışığa doğru yol aldı korkusuzca. Gençliğine rağmen gücünden ve kudretinden şüphe yoktu. O bir elçiydi. Her zaman ışığa doğru yol alıp görevlerini yerine getirmeliydi. Nasıl olsa Tanrı onu her türlü kötülükten sakınacak, sevgi dolu kollarıyla kucaklayacaktı. Görevi zordu, yolu uzun. Göğsünde Tanrı'nın eli, tüm sevdiklerini arkasında bırakıp inançla yola çıkacak kadar cesurdu. Arkasında kalanlar için onu Tanrı'ya emanet etmekten başka yapacak bir şey yoktu.
'İki ışığın nuru üzerinde olsun yavrum..."
Yavaşça açtı gözlerini. Fırtına sakinleşmiş, gökyüzünün rengine bakılırsa uykuya daldığından beri fazla zaman geçmemişti. 'Ne kadar süredir rüyadayım' diye düşündü. O iki cümle beyninde yankılandı. Savaş borularının öttüğü korkunç bir kriz için rüyaya yatıp böyle bir şey görmeyi beklemiyordu. Neredeyse Tanrı'ya ulaşamadığını düşünecekti, o çok iyi tanıdığı tanrısal ışığı görmemiş olsa...
Tanrı ilk kez kendi suretinde görünmemiş, ona bambaşka şeyler göstermişti. Tüm bunların Lyrica ile ne ilgisi vardı peki? 'Umarım en azından bu küçük kızın yaşayacağı anlamına geliyordur' diye düşündü. Verilecek karar belliydi demek, Tanrı'ya danışmaya gerek bile yoktu. Yeni yetişen elçiler ümit vaadediyordu. Şimdiye kadar bu kadar becerikli öğrenciye bir arada pek rastlanmamıştı. Yeni doğan gün yeni bir dönem demekti. Geceyle gündüzün birleştiği anda, doğmakta olan güneşe ve aydınlanmakta olan dünyaya doğru cesurca yol alan genç bir elçi... O iki cümleyi tekrar hatırladı.
'Tanrı onu her türlü kötülükten sakınacak,
sevgi dolu kollarıyla kucaklayacak...
Bu kutsanmış yürek Tanrı'nın cesur bir elçisi olacak...'
İçini huzur kapladı. Hepsi onun gururla büyüttüğü, her biri Tanrı'nın elini tutmayı fazlasıyla hak eden mücevherlerdi. Ve dönem onların dönemiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAN UYKUSU
Fantasia"SAVAŞTA EN ÇOK KADINLAR ACI ÇEKER, ERKEKLER SADECE ÖLÜR." (Viktor Dadin) Cehennem ormanındaki dev ağaçları bile titreten fırtınalı bir gecede, Tanrı'nın kadim elçileri kötü bir sürprizle karşılaştı. Gözü pek bir vampir güçlü sihirleri aşıp elçileri...