Geceyarısına sadece bir kaç dakika vardı. Tapınağın aylarca yürüme mesafesi kadar uzağında, gökyüzüne uzanan dikey sarkıt kayalarla dolu dik bir tepeyi ayın soluk ışığı aydınlatıyordu. İnce bir yağmur toprağı ıslatıyor, şiddetli rüzgarın sürüklediği kara bulutlar sert bir fırtınayı haber veriyordu. Sivri kayaların arasında yükselen uzun garip bir şey, kara bulutların arasından sızan ay ışığıyla parladı.
Kule desen kule değil, bina desen bina değil bu silindir yapının garip mat bir yansıması vardı. Dış yüzeyi sanki özenle temizlenmiş, pürüzsüz olması için özel bir çaba harcanmıştı. Kimsenin başka bir yerde rastlayamayacağı bir malzemeyle kaplanmış bu devasa 'şey'in ne için oraya konulduğuna akıl sır erdirmek mümkün değildi. Sanki bu dünyaya ait olmayan bir takım varlıklar gizemli bir amaç için özenle inşa etmiş, sonra da vazgeçip çekip gitmişlerdi.
Neredeyse 100 metre boyunda olmakla birlikte üzerinde pürüzsüzlüğünü bozacak hiçbir çıkıntı, oyuk, delik, desen yoktu. Zemine oturan kısmı dört adam boyunda metal bir çemberle sarılmıştı ve en az taş yüzey kadar pürüzsüzdü. Yapının tepesindeki üç boyutlu yıldız şeklindeki dev kubbeye parlak plakalar monte edilmiş ve özel bir malzemeyle kaplanmıştı. Tabii ki o da pürüzsüzdü.
Son derece ilginç görünmekle beraber uzaktan bakınca bu çağa, hatta dünyaya ait olmayan bir estetiği, garip bir zarafeti vardı bu yapının. Tuhaf güzelliği seyreden gözleri büyülerken uzak tutacak kadar da ürkütücüydü. Sanki tüm hayvanlar ve bitkiler korkup uzaklaşmış, sivri kayaları çıplak bir taş yığını halinde bırakıp terketmişti. Ancak kuş beyinli bir insanoğlu ne olduğunu merak edip yakından bakmaya cesaret edebilirdi. Dışarıdan bakan birinin asla tahmin edemeyeceği şey, yapının yarısı kadarlık bir uzunluğun yerin altında da devam ediyor olduğuydu.
Metal çemberin üzerinde dışarıdan farkedilmeyen küçük bir kapı aniden yukarı kayıp aynı hızla kapandı. Kapının açılıp kapanması göz açıp kapayana kadar gerçekleşmiş, her şey gören birini gördüğünden şüphe ettirecek kadar çabuk olup bitmişti. Küçük, hızlı bir arıza gibi görünen hareket esnasında gözün takip edemeyeceği kadar hızlı bir beden kapıdan içeri girmiş, yapının derinliklerine doğru çoktan yol almıştı.
Kısa süre sonra metal çemberin etrafına gizlenmiş onlarca kapı hızla açılıp kapanıyor, diğer hızlı bedenleri bünyesine teker teker topluyordu. Böylesi bir trafiğe alışık olmayan yapının içi arı kovanı gibiydi bu gece.
Dış görünüşündeki bu dünyaya ait olmayan garip estetik anlayışı içinde de devam ediyordu. Pastel renklerden oluşan dekoru süslü olmaktan çok fonksiyoneldi. Motifsiz, düz yüzeyler dünyanın başka bir yerinde karşılaşılması mümkün olmayan yarı şeffaf bir malzemeyle kaplanmıştı. Çağın dışında bir estetik anlayışıyla üretilmiş bazı objeler şaşırtıcı güzellikleriyle göz dolduruyordu.
Sadece hızlı bedenlerin ayak uydurabileceği çok katlı ve şık bir labirent olarak tasarlanmıştı yapının içi. Numaralandırılmış uzun koridorlar birbirine bağlanıyor, yukarı doğru devam eden başka koridorlarla kesişiyordu. Yeryüzüne paralel zeminler koyu gri, teğet inen duvarlar ise koyu sarıyla renklendirilmişti. Hızlı bedenler hiç zorlanmadan hareket ediyor, üst katlara çıktıkça rengi açılan koridorlarda yukarı doğru hızla uçuyordu. İlk kez gören biri bu hızla uçarken tavana nasıl toslamadıklarını merak edebilirdi.
En üst kattaki büyük salonun girişi yeni gelenlerle daha da kalabalıklaşmaya başladı. Birbirine günahı kadar güvenmeyen kalabalıktaki herkes soran gözlerle diğerlerine bakıyor ve bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu.
Ateş kırmızısı, kadife bir elbise giymiş asık suratlı Gardonna kalabalığın arasında sessizce dolaşıyor, izlediği yüzleri tek tek inceleyip ifadelerini beynine kaydediyordu. Tepeden tırnağa siyah kıyafetiyle her zamanki mağrur tavrını takınmış gaddar Guam, onlarca şeytanın cirit attığı gözlerini tüm salonu görebileceği bir noktaya dikmişti. Tedirginliğini belli etmemek için kalabalık tebaasıyla bile tek kelime konuşmuyordu. Beş dakika sonra zorlu bir savaşa katılacak gibi giyinmiş Konna, gümüş rengi elbisesiyle dedikodu yapan Bialla'nın göğüslerini süzerek dağıtmaya çalışıyordu kafasını. Gösterişli kadın kıyafetleri giymiş Abies nüktedan tavrını bırakıp bir kenara sinmiş, ince bıyığının altındaki boyalı dudaklarını huzursuzca kıvırmıştı. Şık fuaye alanı birbirinden ilginç kıyafetleriyle toplanmış kalabalığın heyecanlı fısıldaşmalarıyla doluydu bu gece.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAN UYKUSU
Fantasy"SAVAŞTA EN ÇOK KADINLAR ACI ÇEKER, ERKEKLER SADECE ÖLÜR." (Viktor Dadin) Cehennem ormanındaki dev ağaçları bile titreten fırtınalı bir gecede, Tanrı'nın kadim elçileri kötü bir sürprizle karşılaştı. Gözü pek bir vampir güçlü sihirleri aşıp elçileri...