Beyninin içinde binlerce karınca savaş ediyordu sanki. Ağır ağır gözlerini açarken havada uçuşan yıldızdıkların arasında görme yeteneğini kazanması zaman aldı. Şifacının verdiği ilaçlarla vücudu beton gibi olmuştu. Çıtır çıtır yanan şömineyle kendini odasında zannetti önce. Yatakta doğrulup ayaklarını sarkıtırken sıkıntıyla gözlerini yumup beynindeki karıncaların barış imzalamasını bekledi. Alışkın bir hareketle elini uzattığında her şifa odasında bulunan küçük zile çarptı. Duyulmaması için dualar ederken farketti nerede olduğunu. Tabii ya! Bu süslü sandalyeler sadece şifa odalarında vardı.
Tapınaktaki herhangi bir yatak odasından farklı olmayan şifa odaları asla hastalık izi taşımazdı. Her birinde bulunan süslü şömineler odayı kullanan biri varsa mutlaka yanardı. Zevkli, ahşap yataklar güzel yastıklar ve örtülerle kaplanır, yerler eğitmenlerin odalarındaki el işi halılarla süslenirdi. Atlas perdeleri, rahat koltukları ve zevkli sandalyeleriyle her biri küçük birer daire gibiydi. Şifa odasında yatan kişiye hasta olduğunu hatırlatmamak için gerekli tüm detaylar düşünülmüştü. 1000 yıllık ömründe nadiren, bazen de hiçbir zaman hastalanmayan elçiler bu odalara pek ihtiyaç duymuyor olsa da şifa odaları her zaman temiz ve bakımlıydı. Şifacıların asıl işi de elçilerin sağlığıyla ilgilenmekten çok lanetlenerek ömrü zaten 100 yıla düşürülmüş şaşkın insanoğlunun salgın hastalıklarla ömürlerini daha da kısaltmalarına engel olmaktı. Korkunç lanetle hafızası silinen bu aklı kıt ırk öğrenmek, Tanrı'ya yaklaşmak ve kısacık hayatını anlamlı kılmak konusunda ne kadar beceriksizse, bezelye kadar beyni olmayan kişileri kendilerine lider yapmak, incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle kanlı savaşlara bulaşmak ve ne idüğü belirsiz hastalıklar icad etmek konusunda bir o kadar başarılıydı.
Başına olmadık zamanlarda olmadık işler açmakta usta lanetli insanoğlu sayesinde şifacılar fazlasıyla meşguldü ve çok azı tapınakta sürekli bulunurdu. Ausencia bunun için ilk kez Tanrı'ya şükretti. Yoksa şu anda onlardan biri kendi başında bekliyor olacaktı. Biraz kendine gelip kafasını topladığında hangi odada olduğunu anlamaya çalıştı. Ve Lyrica'nın hangi odada olabileceğini.
Anlattıklarına bakılırsa zavallı Lyrica'yı şifalı otlarla ayıltmaya çalışıyorlar, başında durmuş ha bugün ha yarın ölmesini bekliyorlardı. Oysa tapınakta bulunan en şapşal öğrenci bile onu anında uyandırabilirdi. Hem de parmağını kıpırdatmadan. Ausencia'nın kurallar konusunda son derece itaatkar olmasına rağmen böyle durumlarda sihire başvurulmamasını aklı almıyordu.
Gözünün önünde uçup duran yıldızlar biraz yavaşlayınca ayağa kalktı. Kalkmasıyla birlikte miğdesinde uçuşan başka yıldızlar peydah oldu ve korkunç bir bulantıyla öğürdü. İki adım attıktan sonra dizini yerdeki sehpanın köşesine vurdu. Yüzünü acıyla buruştururken Tanrı'nın eliyle sehpayı lanetledi. Bu sivri kenarlı alçak şeyi odanın ortasına koymak kimin fikriydi acaba?
Masanın üzerindeki sürahiden bir bardak su içip hem acısının dinmesini hem de yıldızların biraz hız kaybetmesini bekledi. Yıldızlar yavaş yavaş yok olmaya başlayınca acısını unutup önce kapıyı dinledi. Dışarıda kimsenin olmadığına kanaat getirince sessizce dışarı çıktı. Ne yapacağını çok iyi biliyordu, bilmediği şey nasıl yapacağıydı. Koskoca tapınağın Ana'sı ve dünyanın en iyi şifacısı başındayken Lyla'ya nasıl yardım edecekti? Onları odadan çıkarabilmek için ahırları ateşe vermeyi bile düşündü bir an. Sonra Tura'nın sevgiyle beslediği o güzel atları düşününce başka bir yol bulmaya karar verdi.
Karanlık koridorda ilerleyip şifahanenin bekleme salonuna çıktı. Sessiz ve loş salonda biri güzel koltuklardan birine çökmüş, iri cüssesi koltuğun içinde acıyla adeta küçülmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAN UYKUSU
Fantasy"SAVAŞTA EN ÇOK KADINLAR ACI ÇEKER, ERKEKLER SADECE ÖLÜR." (Viktor Dadin) Cehennem ormanındaki dev ağaçları bile titreten fırtınalı bir gecede, Tanrı'nın kadim elçileri kötü bir sürprizle karşılaştı. Gözü pek bir vampir güçlü sihirleri aşıp elçileri...