Karanlık gökyüzü yırtınırcasına çığlıklar atıyor, öfkeli yağmur damlaları tapınağın taş duvarlarına çarparak yürek parçalayan ölüm şarkıları söylüyordu.
Lanetli bir geceydi.
Binlerce yıldır hiçbir günahkarın ayak basmadığı tapınak hain bir lanetlinin döktüğü masum kanıyla kirlenmişti. Kadim ormanın binlerce yıllık ağaçları Tanrı'nın elini taşıyan masum için ağıtlar yakıyor, lanetli ayakların kirlettiği toprağı kapkara bulutların gözyaşları ıslatıyordu.
Ölüm sessizliği çökmüştü tapınağa. Henüz tapınağın bundan haberi olmasa da! Güneş battıktan kısa süre sonra uykuya dalmayı adet edinmiş elçilerin çoğu olanlardan habersiz, huzurlu bir uykudaydı. Şifahanenin ışık sızan tek penceresi iri damlalarla sarsılıyor, ne tapınağın geniş avlusunda ne de uzun koridorlarında şiddetli yağmurun ve yüksek duvarlara çarparak çılgınca ağlayan rüzgarın yankılanan sesinden başka ses duyulmuyordu.
Kemerli pencerenin hemen dışına tünemiş BayKuş ıslanan kuyruğunu çekip cama iyice yaklaştı. Kocaman gözlerini dikip odanın içini izlemeye devam etti. İki dünya arasında sıkışıp kalmış genç kız kendine gelirse veya –Tanrı korusun- tamamen göçüp giderse Tura'ya acilen haber uçurmaktı görevi. Konforlu odasında, köşesine tünediği şöminenin yoğun sıcaklığıyla gözlerini baygın baygın devirip uyuklamayı tercih ederdi tabii. Yine de böyle bir gecede Tura'nın sözünden çıkmaya cesaret edemiyordu. Ne kadar şapşal bulsa da herkes kadar severdi bu yaramaz kızı! Ancak herkesin aksine göçüp gideceğini pek düşünmüyor, bu gereksiz nöbet ona anlamsız geliyordu. Kör olasıca yaratık fena hırpalamıştı ama er veya geç kendine gelecekti nasıl olsa! Gelecekti di mi? Gelecekti tabii ki... En nihayetinde bu güzel gözlü kız Tanrı'nın yere göğe sığdıramadığı, korkunç lanetinden sakınıp kıyak geçtiği torpilli bir elçi namzetiydi. Ama nedense herkes kızcağızın gencecik yaşında nalları dikeceğine inanmış, daha şimdiden tapınaktaki kıdemli göz pınarları olası bir cenaze töreni için zırıl zırıl ağlamak üzere hazırola geçmişti. İnsanlar belirsiz durumlarda kendilerini en kötü ihtimale hazırlamazlarsa tüm dünyanın başlarına çökeceğine kendilerini nasıl da inandırıyorlardı. Oysa o süre içinde kendilerine –ve BayKuş'a- çektirdikleri işkence başlarına çökecek dünyadan daha ağır değil miydi? Şu insanlar Tanrı'nın elini taşıyor olmalarına rağmen biraz salak mıydı ne?
Aniden patlayan yeni bir şimşekle yerinden zıplayan BayKuş'un ağzından okkalı bir küfür fırladı. Dehşetle açılmış gözleriyle taş kesildi hemen sonra. Eğer bir eli olsaydı çoktan ağzına yapıştırmıştı. Neyse ki Ana odanın içinde, oysa camın dışındaydı. Ana'nın bulunduğu bir odanın hemen dışında daha saygılı olmanın akıllıca olacağına karar verip sıkıcı görevini ihmal etmemek için cama iyice yaklaştı.
Kasvetli odada başucu lambasının zayıf ışığı güzel yüzü zarar vermekten korkar gibi titreyerek aydınlatıyordu. Hiçbir hayat belirtisi barındırmayan narin beden güzel yatağın konforlu yumuşaklığına emanet edilmiş, üzeri el işlemeleriyle süslü kalın bir yorganla örtülmüştü. Yorgan o kadar gösterişli ve ağır görünüyordu ki kız kendinde olsa bile yardım almadan altından çıkamayacak gibiydi.
Genç kızın elleri göğsünün üzerinde birleştirilmiş, koyu kumral, uzun saçları düzeltilmiş, iri bukleleri tombul yastıklara özenle yerleştirilmişti. Zarif ellerin başkası tarafından üst üste konulduğu o kadar belliydi ki odadaki gergin sessizlikle birleşince ölümü çağrıştırıyordu. Donmak üzereyken aniden ısınan yanakların pembeliği olmasa öldüğüne yemin etmek işten bile değildi.
Islanmaktan nefret eden BayKuş vücudunu pencerenin girintisine iyice saklayıp gergin odayı izlemeye devam etti. Zaten ölüm kokan şifa odası şiddetli fırtınayla daha da sevimsizleşmişti. Yeni bir lambayı yatağın diğer yanına yerleştiren bir el uzanarak pembe yanağı şefkatle okşadı. Bu gece hayat dolu bir genç kızın başında ölümünü bekleyeceklerini kim tahmin edebilirdi ki? Hem de 21 yıllık ömründe hiç hastalanmamış, hiçbir şey için mızmızlanmamış, 5 yaşında çitlerin üzerinden düşüp yardığı dizine dikiş atılırken bile gıkını çıkarmamış, cesur ve metanetli Lyrica'nın... Koca tapınakta bu uğursuz olaydan haberdar bir kaç kişiden biri olan Ana elini ve nemli gözlerini ayırmadan genç kızın başında öylece durdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAN UYKUSU
Fantasy"SAVAŞTA EN ÇOK KADINLAR ACI ÇEKER, ERKEKLER SADECE ÖLÜR." (Viktor Dadin) Cehennem ormanındaki dev ağaçları bile titreten fırtınalı bir gecede, Tanrı'nın kadim elçileri kötü bir sürprizle karşılaştı. Gözü pek bir vampir güçlü sihirleri aşıp elçileri...