Şiddetli yağmur asırlık ağaçlarla kaplı vahşi ormana saldırırcasına vuruyordu. Yüksek tepeyi metalik bir aydınlığa boğan şimşek kara bulutları yararak patlıyor, can çekişen gökyüzüne işkence ediyordu. Gök gürültüsü hassas bir kalbi durdurabilecek güçteydi. Tüm hayvanlar yuvalarına saklanmış yağmurun dinmesini bekliyor, en vahşi olanlar bile burnunu çıkarmaya cesaret edemiyordu. Gecenin uğursuz karanlığı her yeri örtmüştü.
Tepenin ucunda yükselen siyah yapı üç büyük kulesiyle ancak şimşek çaktığında seçilebiliyordu. Üzeri kulelerin arasından gökyüzüne uzanan sivri uçlarla doluydu ve kılıçlarını çekip savaşa hazırlanan dev bir orduyu andırıyordu. Gövdesindeki karanlık girintilere saklanmış yüzlerce penceresini güneşli bir günde bile seçebilmek zordu. Çevresindeki ormanın vahşiliğine yakışan öfkeli bir görüntüsü, iyi planlanmış bir düzensizliği vardı. Alışılagelmiş oranlardan büyük inşa edilmiş şeytani görüntü o kadar tehditkar ve güçlüydü ki Tanrı'nın eliyle değil ancak yumruğuyla yıkılabilirdi. Ucunda yükseldiği dik tepesi, vahşi hayvanlarla dolu tehlikeli ormanı, büyüklüğü ve ihtişamıyla tapınağın lanetli bir taklidi gibiydi.
Ağaçların kalın dalları güçlü duvarlara yaslanıyor, dev sarmaşıklar gökyüzüne uzanmak istercesine yapının etrafını sarıyordu. Sık sarmaşıkların neresinden çıktığı belli olmayan iri bir gölge gizli geçitlerden birinin dikkatle saklanmış girişinde kayboldu. Hemen sonra güçlü köklerin yükselttiği toprağın içinden sessizce fırlayan yeni bir iri gölge görünmez bir çukura dalıp yok oldu. Yüksek duvarlardan atlayan başka bir iri gölgeyi koca bir ağaç kovuğu yuttu.
Yapının ormana sıfır gövdesinde beliren iri gölgeler gizli giriş çıkışlar arasında hızla hareket ediyordu. Aynı iri gölgeler kulelerin tepesinde devriye geziyor, garip çıkıntıların birinden diğerine ustalıkla sıçrıyordu. Karanlık yüzlerini görmek mümkün olmasa da aniden patlayan şimşek ellerinde tuttukları hilal şeklindeki kılıçları parlatıyordu. Taş duvarların dibine saklanmış başka iri gölgeler çok yakınına gelip dikkatle bakınca görülebiliyordu ve bu kadar yaklaşmış davetsiz bir misafir için kötü bir sürprizdi. Kalabalık ve dikkatli halleriyle bunun sıradan bir gece olmadığı belliydi.
Ansızın, binanın neresinden çıktığı belli olmayan onlarca kara atlı dev ağaçların arasına cesurca daldı. Her biri ormanın derinliklerinde farklı yönlere doğru dörtnala yola koyuldu. Atların hızlı ayak sesleri fırtınanın kuvvetli gürültüsü içinde kısa süre sonra duyulmaz oldu.
Hiçbir omuzun yıkamayacağı güçlü kapının önü boştu. Rüzgar devasa büyüklükteki pencereleri zorluyor, yükselip alçalan sesi bir ıslık gibi içeri sızıyordu. Şiddetli fırtınanın sesi yüksek tavanlı loş odalara, kemerli karanlık koridorlara ve sert hatlı mobilyalara neşeli kuş cıvıltılarından daha çok yakışıyordu.
Dışarıdaki hareketliliğin aksine yapının içi sessizdi. Herkes odalarına çekilmiş, hizmetkarlar ortalıkta dolaşmamaları konusunda tembihlenmişti.
Tehlikeli kavgalara ve gür sesli tartışmalara tanıklık etmiş gösterişli salona alışık olmadığı bir sessizlik hakimdi şimdi. Büyük şöminenin önündeki üç iri gölge yüzleri ateşe dönük halde hareketsizdi. Geniş omuzlar yanyana dururken koca şöminenin görünmesini imkansız kılıyordu. Ağır mobilyalarla döşeli büyük salonda duyulan tek ses iri gölgelerden çıkan hırıltılı nefesti.
Uzun bir sessizlikten sonra ortadaki iri gölge sert hatlı yüzünü buruşturup dişlerini sıktı. Yumruk yaptığı ellerini arkasında birleştirmiş, geniş göğsünü şömineye doğru germiş, başını saldırmaya hazırlanan bir hayvan gibi öne eğip gözlerini alevlerin arasındaki görünmez bir düşmana kilitlemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAN UYKUSU
Fantasy"SAVAŞTA EN ÇOK KADINLAR ACI ÇEKER, ERKEKLER SADECE ÖLÜR." (Viktor Dadin) Cehennem ormanındaki dev ağaçları bile titreten fırtınalı bir gecede, Tanrı'nın kadim elçileri kötü bir sürprizle karşılaştı. Gözü pek bir vampir güçlü sihirleri aşıp elçileri...