Bugün kesinlikle hayatımdaki en berbat gündü. Her şey üst üste geliyordu. Gün bir kere kötü başladığında aynı şekilde devam etmek zorunda değildi ama sanırım hayatın işleyişi bu şekildeydi. En azından dersine geç kaldığım hoca hayatımda gördüğüm en ürkütücü insan Modern Sanat hocamız olmayabilirdi ama bir kez bok çukuruna girdim mi en derine batmalıydım. Devamsızlıktan kalmamalıydım ve şuan hiçbir dersi kaçırmak gibi bir lüksüm yok. Till Lindemann kesinlikle beni öldürecekti ya da kesinlikle bu dersten kalmıştım. Yine. Bu sene bu dersten geçmek gibi umutlarım vardı ta ki bugüne kadar.
Amfinin önüne geldiğimde minik camdan Bay Lindemann'ın çoktan derse başladığını görebiliyordum. Acaba beni sınıfın ortasında rezil mi edecekti? Tüm cesaretimi toplayıp derin bir nefes aldım ve ardından kapıyı çalıp içeriye kafamı uzattım. İfadesizce bana bakıyordu.
Çatallaşmış sesimle ''Girebilir miyim?'' diye sorduğumda umarsızca içeriye girmem için eliyle bir işaret yaptı.
Göze çok fazla batmayarak içeriye geçtim. Etrafta çok fazla dolanmamak için en ön sıraya oturdum.
Yerime oturduğumda Bay Lindemann'ın bakışları hala üzerimdeydi. Bu da kafamı masadan yukarıya kaldıramama sebep oluyordu. Bir süre sonra defterime garip şekiller çizmeye başladım, daha sonra derse odaklanmam gerektiğini düşünüp kalemi kenara bıraktım. Bay Lindemann hala arada ufak bakışlar atıyordu. Baktıkça daha fazla çekici gelmeye başlıyordu. Çok ateşli bir adamdı. Tahtaya yazı yazarken odaklandığım şey kesinlikle yazdığı şey değildi. Vücudu inanılmazdı. Geniş omuzları vardı, düzenli olarak spor yaptığı belliydi. Tahtaya yazı yazmaya devam ederken yanlışlıkla kalemini yere düşürdü, onu almak için eğildiğinde gözüm poposuna tekrar kaydı. Garip bir şekilde içimde onu avuçlama isteği doğdu ve bunu göz ardı etmeye çalıştım.
Poposuna baktığım sırada Bay Lindemann'ın bana bakıyor olduğunu gördüm. Yakalanmıştım. Lanet olsun! Kesinlikle bok çukurunun en dibine doğru ilerliyordum. Bu rezaletimden sonra bir daha suratına bakamadım.
Yanımdaki kızın sesini duyduğumda irkildim. Bay Lindemann kürsünün yanından geçip yanımıza geldiğinde kalbimde adeta son hızda giden bir Ferrari gibiydi. Önüme gelip masaya yaslandığında kokusu bana ulaşmıştı. Mükemmel bir kokusu vardı. Daha çok sigara kokusu almayı umuyordum ama hoş bir kokuya sahipti. Ona bakmaktan kendimi alamıyordum, çok yakınımda olduğum için suratını inceliyordum. Gerçekten çok farklı hissetmeye başladım, bunun yanlış olduğunu biliyorum. Bu sebeple derse odaklanmaya karar verdim ve yanımdaki kızın kitaptan gösterdiği soruya bakmak için kafamı iyice sola doğru uzattım. Bu beni Bay Lindemann'a daha çok fazla yaklaştırmıştı. Kokusunu göz ardı etmeye çalışıyordum ama bu neredeyse imkansızdı. Aniden bana doğru döndüğünde kafamı hemen çekemedim. Bir süre suratlarımız birbirine çok yakın kaldı. Kendimi nihayet geri çekebildiğimde sırtımı oturduğum sıraya dayadım. Bay Lindemann gözlerimin içine bakarak sıradan uzaklaştığında kalbim adeta yerinden fırlayacak gibiydi. Tekrar kürsüye geçtiğinde gözlerimi ondan alamamaya devam ediyordum.
Sıra sunumlara geldiğinde sunum almadığım için rahat bir nefes aldım çünkü Bay Lindemann bana bakarken her şeyi berbat edebilirdim. Sunum yapacak ilk öğrenci tahtaya çıktığında Bay Lindemann sıramın önüne gelip dikilmeye başladı. Dayanamayıp kafamı kaldırdığımda yukarıdan bana bakıyordu. Eliyle yan tarafa doğru kaymam için işaret yaptığında tereddütle yana doğru kaydım. Bacaklarını açıp dirseğini arka sıraya yaslamıştı. Bu biraz sıkışmama sebep olmuştu. Temastan kaçınmaya çalışıyordum ama suratına bakmaktan kendimi alamıyordum, arada kaçamak bakışlar atıyordum. Suratına düşen saçları kesinlikle tapılasıydı. Onlara dokunmayı deli gibi arzuluyordum.
Birden bana yandan baktığında gözlerimi hemen tahtaya yönelttim. Her çıkan öğrenciye farklı sorular yöneltiyordu ama cevapları duyamıyordum. Onun sesinden başka bir şey işitemiyordum. Kolunu arkamda ki sıraya boylu boyunca uzatması onun kolları arasındaymışım gibi hissetmeme sebep oluyordu. Bu durumu sevmiştim.
Bay Lindemann sınıfa doğru dönüp ''Bugünlük bu kadar, gidebilirsiniz.'' diye seslendiğinde kendime gelmiştim.
Masaya yaydığım defter ve kitaplarımı toplarken diğer öğrenciler sınıfı çoktan boşaltmıştı. Bay Lindemann'ın yerinden kalkmak gibi bir niyeti varmış gibi görünmüyordu. Ben toplanırken bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Çantamı omzuma alıp defterimi koluma sıkıştırdığımda ayağı kalktım ama bu uzun sürmemişti. Kendimi tekrar otururken buldum. Bay Lindemann kolumdan sertçe kavradı ve beni tekrar oturttu. Bu şaşkınca ona bakmama sebep oldu ama onun surat ifadesi hala aynıydı. Sınıfın boş olmasından kaynaklı Tanrıya şükrettim.
Birden bana daha çok yakınlaştı ve ''Bu dersten geçmek ister misin?'' dediğinde hevesle başımı salladım.
Bana bir görev ya da ödev tarzı bir şey vereceğini düşündüm. Tepkim üzerine suratına bir sırıtış yerleştirdi ve defterimi elimden alıp bir şeyler yazdı ve defteri kapattı. Ne yazdığını göremedim. Ardından da kalktı ve sınıftan çıktı.
Az önce ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu, yerimde kalakalmıştım. Defterime ne yazdığını merak edip elime aldığımda sayıların yazılı olduğunu gördüm. Bu içimden bir 'yuh' geçirmeme sebep oldu. Bay Till Lindemann bana az önce numarasını mı verdi?