Adam yanımıza gelirken beni baştan aşağı süzüyordu.
Yanımıza vardığında "Dorian nerede? Onu almaya gelmiştim." dedi ama bunu derken gözü birkaç kez göğüslerime odaklanmıştı. Till'in fark etmemesini umdum.
Her ne kadar bu durumdan rahatsız olsam ve bu sapığa Dorian'ı emanet etmek istemesem de buna mecburdum.
Till'e döndüğümde onun da durumdan rahatsız olduğunu gözlerinden anlayabiliyordum. Adama gerçekten öldürecek gibi bakıyordu ama adam farkında değildi.
"Dorian, hadi" derken elindeki çantayı çocuğun sırtına geçirmek için bekliyordu. Dorian çantasını takarken bana korkan gözlerle bakıyordu.Dizlerim üzerine eğilip ona sarıldım ve kulağına "Eğer sana bir şey yaparsa penisine tekme at ve bir şey olursa beni ara saat fark etmez." diye fısıldamıştım. Sadece kafa sallamıştı. Tekrar ayağa kalktığımda adam Till'i görmeden sadece bana "Görüşmek üzere" dediğinde sadece gülümsemiştim.
"Lieel, bir daha bu çocuğa ders filan vermeni istemiyorum. Ailesiyle muhattap olmanı gerektirecek hiç bir eylemde bulunmayacaksın."
Till birden bunları söylediğinde kaşlarımı çatıp ona dönmüştüm. "Nedenmiş o?" diye sorduğumda dediği tek şey "İstemiyorum." olmuştu.
"Bu mümkün değil, üzgünüm Till" deyip yanından ayrılmaya yeltenecekken kolumdan sıkıca kavramıştı.
Gözlerini gözlerime dikip "Seni eve kilitlemek zorunda bırakma beni!" diye uyarmıştı. En sonunda pes edip "Pekala. Nasıl istersen." demiştim ama bu bunun böyle olacağı anlamına gelmiyordu elbette ki.
Till beni evimin önüne kadar getirmişti. Arabanın içinde duruyorduk. Aklımdan Dorian'ı çıkaramıyordum.
"Yarın Londra'ya gidiyorum. Tahminen iki ila üç gün arası yokum."
Sessizliği Till'in bu cümleleri bozmuştu. 'Neden?' diye sorduğumda bir konferans için olduğunu söylemişti. Bu kesinlikle toz parçacığı kadar kalan mutluluğumu da eksili sayılara düşürmüştü. Ona sıkıca sarılıp dudaklarına uzun bir öpücük kondurduktan sonra tam inecekken Till beni durdurmuştu. Tereddütle "Beni dinleyeceğine eminim Lieel." demişti. Kafamı salladıktan sonra arabadan inmiştim.
Ertesi sabah Till'in dersi vardı. Till olmadığı için gitmeme gerek de yoktu. İkinci ders Bay Landers'ındı. Onun dersi için okula gittiğimde onunda Till'e beraber yurt dışına gittiğini öğrenmiştim. Bunun üzerine sınıftakiler bir şeyler yapmayı teklif etmişti. Bende kabul etmiştim. Sonuçta Till yoktu ve zamanın bir şekilde ilerlemesi gerekiyordu.
Sınıftakilerle okula yakın bir kafeye gidip oturmuştuk. Aralarında James de vardı. Başındaki yara izleri daha geçmemişti. Arada bana kaçamak bakışlar atıyordu. Bana her baktığında suratımda sinsice bir ifadeyle beni yakalıyordu. Bunu sevmiştim. Birden telefonumdan müzik sesi yükseldiğinde telefonuma bakmıştım. Arayan Till'di ve bu tedirgin olmamı sağlamıştı. Aceleyle masadan kalkıp telefonu cevaplamıştım.