Uzun ve eğlenceli bir duşun ardından havlulara sarınıp tekrar yatak odasına geçmiştik. Geri döndüğümüzde kanlı çarşafların yerini tekrar bembeyaz ve tertemiz çarşaflar almıştı. Bu biraz kötü hissettirmişti. Tamam çalışanlar ne yaptığımızın farkındalardı, görmeseler bile direk yatak odasına geçişimizin makul ve tensel ve ihtiyaçsal bir sebebi olmalıydı. Bilinmesi o kadar da önemli değildi ama arkamızda kanıt bırakmıştık. Bu biraz utanç vericiydi.Till yatağa girip uzandığında beni de yanına davet etmişti. Biraz yanında uzanıp gevşemenin bir zararı olmaz diye düşünüyordum. Eve gitmem konusunda ısrarcıydım. Havluyu belimden yavaşça ayırdıktan sonra hızlıca yorganın altına girmiştim. Till'in aksine ben sırtımı yatağın başlığına dayamış oturur pozisyondaydım. Yanına ben geçtikten sonra Till yan dönmüştü ve elini başının altına koymuş beni seyrediyordu. Kendimi ilk dersine girdiğim zaman ki gibi hissetmiştim. Aramızdaki kimya da dahil olmak üzere her şey aynıydı tek fark çoktan sevişmiştik ve ölene kadar sevişme özgürlüğüne sahiptik.
Bundan sonra ne olacağını merak ediyordum. Hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını biliyordum. Till başarabilirdi ama kendimden şüpheliydim. Hayatım birden ne kadar da sıradan olmayan olaylar dizisi haline dönüşmüştü. Dönemin başlarında, bu döneme dair tek planım derslerimde başarılı olmak ve güzel ve kabul edilebilir bir tez yazmaktı. Tabi ki o zamanlar Till Lindemann'dan habersizdim.
''Ne düşünüyorsun?'' Till'in sesi beni kendime getirmişti. Aniden ona döndüğümde hala bana bakıyor olduğunu gördüm. ''Hiç bir şey.'' diye cevapladığımda tek kaşını kaldırıp suratıma bakmıştı ben de bunun üzerine ona minik bir tebessüm vermiştim. Doğrulup o da yatağın başlığına sırtını dayamıştı. Biraz durduktan sonra ''Bundan sonrası için endişelenmene gerek yok.'' demişti. Kaşlarımı çatık ona dönüp ''Beynime, gizli gizli düşüncelerimi okuyabileceğiniz çip tarzı bir şey mi yerleştirdiniz Bay Lindemann?'' dediğimde bir kahkaha patlatmıştı.
''Sadece biraz tediriginim. Hepsi bu.'' diye itiraf ettiğimde kolumdan tutup göğsüne düşmemi sağlamıştı. Bunun üzerine ben de kendimi serbest bırakmıştım. Ona yakın olduğum her an ateşler içinde kalıyordum ama bu cennetvari bir yanmaydı. Dünyadaki en güzel ya da cezbedici günah sayılabilirdi. Bunun için günah olarak saymıyordum. Belki de sadece cennetten düşen bir elmaydı.
''Olmana gerek yok''
Onun için demesi kolaydı. Öğretmen olduğundan kaynaklı kimse onu yargılamazdı. Hepsinden öte o Till Lindemann'dı. Dünya üzerinde onu yargılamaya cesaret edecek bir insan ya da herhangi bir 'şey' olduğuna inanmıyordum. Sanırım onda ilgimi çeken şeylerden biri de buydu. Çok fazlaca yenilmezdi.
Kollarının arasındaki huzurdan ve rahatlıktan kaynaklı uyuyakalmıştım. Eve gitmek gibi planlarım vardı ama elbetteki yalan olmuştu. Elbette ki pişman değildim. Sonsuza kadar burada kalabilirdim ve bu kesinlikle abartı değildi. Çok yerinde bir tahminde bulunmuştum. Hareket etmediğinden kaynaklı uyuyor olduğunu düşünmüştüm. Nefes alış-verişleri çok düzenliydi. Kollarımı ve bacaklarımı vücuduna doladım. Şimdi tam anlamıyla kenetli ve ayrılmazdık. Birden onun da kollarını bedenimde sımsıkı hissettiğimde uyumadığını anladım. Aniden kafamı kaldırdığımda yaramaz bir çocuk edasıyla bana bakıyordu. Sırıtarak ''Günaydın.'' dediğimde tek tepkisi dudaklarıma kondurduğu yumuşak bir öpücüktü. Bu tuhaftı çünkü Till yumuşak olmazdı. Bunu dün gece kavramıştım.
Tek bir bakışı bile kasıklarımda sancılara sebep oluyordu. Bu tuhaftı. Bunu en son hissettiğimde on beş yaşında filandım ve herhalde o zamanlar çıplak bir erkek görsem bile tahrik olurdum. Ama bu kez farklıydı. Bunu hissediyordum ve dürüst olmak gerekirse o zamanlar bile hiç bir erkek beni sesiyle ya da bakışıyla tahrik edemezdi ama oluyordu işte.