kesit 8

307 28 4
                                    


Hayat tam da böyle bir şeydi işte. Bir gün neyiniz var neyiniz yok alıverirdi elinizden hesapsız. Sonra hiç beklemediğiniz bir anda altın tepside sunardı önünüze sizden aldıklarını. Kendine göre adildi şüphesiz ama bunu ancak yaşayan bilirdi. Tıpkı benim gibi.

Ben Cem'i karşımda görmenin şoku ile olduğum yerde öylece kalakaldım. Cem ise uzun bir süre karşımda dikilip özlemle gözlerimin içine baktı. Tıpkı eski günlerdeki gibi sevgi doluydu bakışları, sıcacıktı. Sanki hiç gitmemiş gibi. Ne zaman birkaç gün ayrı kalsak işte tam da böyle bakardı bana. Ama bu defa ısıtmamıştı içimi o sıcaklık, değmemişti yüreğime. Titretmemişti ruhumu eskisi gibi.

Belki de milyonlarca defa Cem ile karşılaşabileceğimiz herhangi bir gün için senaryolar yazmıştım zihnimde, ayrı kaldığımız yıllar içinde. Kimisinde hasretime yenik düşüp kollarında bulmuştum kendimi, kimisinde ise ardına bile bakmadan bırakıp gidişinin hesabını yüzüne haykırırken. Bazen öfkeliydim, bazen kızgın bazen ise aşk doluydum düşlerimde. Şimdi ise hiçbir şey hissetmiyordum ona karşı. Sanki yıllar önce karşılaşıp alelade tanıştığım eski bir tanıdık gibiydi. Bu doğru değildi. Bunca yıl onsuz geçen zamanın, beni gelinliğimle sokak ortasında bırakıp gidişinin ardından tek bir telefon dahi etmeyişinin hesabını göğsüne vura vura sormam gerekirdi. Ama anlamsız geliyordu o tam da böyle karşımda dururken. Bağırıp çağırmak ne geçmişi telafi ederdi ne de bunca yıl çektiğim acımı hafifletirdi. Hiçbir şey yapamadım. Öylece bakakaldım sadece. Ve tek bir damla yaş süzüldü yanağımdan asice. Cem ile uzun süre ayakta durup bakıştıktan sonra araya giren Ömer oldu.

"Eylül, iyi misin?" Ömer'in sıcak ellerini omzumda hissettim o an. Yüzüme doğru eğilmiş endişeyle bana bakıyordu. Sahi ya Ömer yanımdaydı, nasıl da çıkmıştı aklımdan?

"Ben iyiyim Ömer, bize beş dakika izin verir misin?" dedim gözümden süzülen tek damla yaşı elimin tersiyle silerken. Ömer başta tedirgin olsa da benim ona güvende olduğumu fısıldamamla iki adım geri çekildi.

"Ne işin var senin burada? İngiltere'de değil miydin sen?" diye sordum Cem'e gayet sakin bir ses tonuyla. Duygusuz görünmekti niyetim. İstedim ki artık ona karşı hiçbir şey hissetmediğimi, benim için artık bir yabancı olduğunu düşünsün. Acı çeksin. Ben nasıl acı çektiysem öyle... Onun ne yaşadığı hiç umurumda değildi o an. O ise gözlerini az gerimde duran Ömer'e dikmişti ve baştan aşağı onu süzüyordu. Sonra bana çevirdi tekrar bakışlarını.

"Bir iş için kısa süreliğine geldim. Hafta sonu döneceğim." dedi. Sesi ve sözleri, gözlerinin aksine buz gibiydi. Ne kadar da rahattı döneceğim derken. Sanki hiç nişanlı olmamıştık. Heyecanla evlenecekleri günü bekleyen iki deli âşık biz değildik sanki. Tuhaf olan benim de ona karşı tepkisiz olmamdı.

"Anladım. O zaman sana iyi yolculuklar. İzin verirsen ben gideyim." dedim önümde duran adamı elimin tersiyle kenara çekerek. Ben henüz iki adım atmışken bileğimden kavradı beni ve kendine çevirdi. Bir adım yaklaştı ve tam önümde durdu. Nefesini hissedebiliyordum. O sırada Ömer bize doğru bir hamle yapmıştı ki sakin olduğumuzu görünce geri adım attı. Gergin görünüyordu ya da belki öfkeli. Cem'in en ufak bir hatasında, üzerine atlayacak ve onu parçalayacak bir aslan gibi pusuda bekliyordu. Kolumu Cem'den kurtarırken bakışlarımı Ömer'in üzerinden çekip Cem'in yüzüne çevirdim.

"Ne istiyorsun?"

"Seninle konuşmak istiyorum. Yarın için bana zaman ayırabilir misin?"

"Neden? Konuşacak ne var ki?" dedim omuzlarımı silkerek.

"Sana söylemek istediklerim var, lütfen beni kırma. Bunca yılın hatırına."

Bunca yılın hatırı mı demişti o? Son birkaç yıldır benim neler çektiğimi biliyor muydu? Ne hakla bana hatırdan bahsedebiliyordu? Öfkem yanaklarımın kızarmasına sebep olsa da hiçbir şey demeden sadece başımla onayladım onu. Belli ki kozlarımızı paylaşmanın, kartları ortaya açmanın vakti gelmişti.

"Peki, yarın saat ikide avcılar sahilinde ol. Balıkçıların orda." dedim ve arkamı dönüp sakin adımlarla Ömer'e doğru yürüdüm. Cem'in arkadan bizi inceleyen kıskanç bakışlarını omzumda hissedebiliyordum.

"Kimdi o?" dedi Ömer yanına vardığımda. Merak etmiş gibiydi.

"Uzun hikâye. Eski bir tanıdık." dedim ve koluna girdim Ömer'in. "Boş ver onu da sahile inelim mi? Biraz deniz havasına ihtiyacım var." dedim Ömer'in gözlerinin içine bakarak.

"Olur, ama eğer bana o uzun hikâyeyi anlatacaksan." dedi bakışlarıma karşılık verirken. İlk kez geçmişime dair bir şeyler dinlemek için ısrar etmişti. Cem'e karşı bu kadar meraklı olması ilgimi çekmişti ama beni nedense şaşırtmamıştı. Hikâyemizi öğrenmek istiyordu. Haklıydı da. Fakat yıllardır yüreğimi kemiren o duyguyu Ömer'in gözleri önüne sermek doğru olur muydu, bilmiyordum. Aslında bir süredir ona anlatmayı düşünüyordum ama o cesareti kendimde görememiştim. Belki de her şeyi ona anlatıp sonrasında Cem'den sonsuza dek kurtulmanın vakti gelmişti. Ama doğru soru ben Cem'den kurtulmak istiyor muydum? Hala ona karşı derin miydi duygularım?

"Sıkıcı bir hikâye... Dinlemek istediğinden emin misin?" diye sordum Ömer'e.

"Kesinlikle!" dedi ve Arnavut kaldırımlarından aşağı yürümeye başladık. Henüz yeni doğmakta olan dolunayın, kısa binaların arasında akseden turuncusunu izliyorduk yürürken. Sahile vardığımızda ise hava iyice kararmış, akşamın soğuk ve karanlık yüzü kendini göstermişti.

Eylül'de Aşk (Kitap Oldu...) -18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin