7. Bölüm

3.3K 228 88
                                    



Arkası ormanlara uzanan, iki yanı yemyeşil ağaçlarla dolu; birbirinden uzak en fazla iki katlı ve kocaman bahçesi olan müstakil evlerin olduğu, bana kendimi İstanbul'dan çok uzaklarda hissettiren, sakin ama bir hayli uzun yolu bitirdiğimizde ulaştığımız yer saklı bir cenneti andırıyordu. Arabadan yavaşça inerken kendimi hayranlıkla etrafa bakmaktan alı koyamadım. Başımı yukarı kaldırdım. Masmavi gökyüzünü, şarkı söyleyen kuşların eşliğinde dans eden pamuksu bulutlar süslüyordu. Hemen altında bir kaç kırlangıç, süzülüp kanat çırparken bir tablo resmediyorlardı. Gözlerimi biraz aşağı indirdiğimde bulunduğumuz yerden epeyce yüksekte duran dört yanımızdaki ormanlar, sanki bizi sinelerine almış kucaklıyordu. Düzlüğe indiğinde bakışlarım, üzeri buram buram tüten sakince bir göl karşılıyordu bizi. Gölün etrafında yer yer çardaklar vardı. Kim bilir kaç aşığa şahitlik etmişlerdi. Hemen arkasında ise ahşaptan yapılı çok da büyük olmayan bir restoran vardı. Restoranın dışında kalan ve üzerinde masaların bulunduğu iki basamaklı ahşap teras, göl ile öpüşüyordu.

Gördüğüm bu doğa harikası beni adeta büyülemişti ve yeşil ile mavinin harmanlandığı bu manzara karşısında kendimi kaybetmiştim.

"Ağzını kapamalısın, çok şaşkın görünüyorsun." diyen Ömer'in kulağıma fısıldamasıyla kendime geldim bir an. Gözlerimi o güzellikten ayıramadan eğilip çantamı aldım ve arabanın kapısını kapatıp Ömer'e döndüm.

"Neresi burası?" derken duyduğum hayranlık sesime de yansımıştı. "İstanbul'da böyle bir yer olabileceği aklımın ucundan bile geçmezdi."

"Burası..." dedi başını kaldırıp etrafı seyrederek. "Burası saklı göl... Köyün adı ise Karamandere ve haklısın. İstanbul'da böyle bir güzellik olması şaşkınlık verici..." deyince onun da benimle aynı şaşkınlığı paylaşıyor olmasından mutlu olsam da buraya ilk kez gelmediğinin de farkındaydım.

Ömer, beni bulunduğumuz yer hakkında bilgilendirmek için kısa bir özet geçtikten sonra arabanın bagajını açtı ve kömürlü bir semaver çıkarıp elime tutuşturdu. Ardından kendisi de hasır piknik sepetini alıp arabayı kilitledi.

"İçerisi de çok güzeldir fakat işsiz kalanlar için pek tavsiye edilmez."

"Tuzlu diyorsun yani."

"Epeyce. Yine de bence göl kenarındaki çardakların altında oturmanın zevki hiç bir değerle ölçülemez."

"Ve tabiî hastalığın da... Burası sence de soğuk değil mi?" dedim dudaklarım titrerken. Soğuktan içim ürpermişti ve sadece dudaklarım değil tüm bedenim titriyordu. Üstelik bu titreme semaverin de tıkırdamasına sebep oluyordu. Ve tabii Ömer'in de sırıtmasına...

"Merak etme, az sonra semaver yanınca ısınırsın." dedi Ömer ve çardaklara doğru yürümeye başladık. O an her ihtimale karşı kalın hırkamı yanıma aldığım için kendime övgüler yağdırıyordum içimden.

Gölün üzerine konuşlandırılmış çardağa geldiğimizde elimdeki semaveri tam ortada duran kocaman masanın üzerine bıraktım. Ardından çantamdan hırkamı çıkarıp omuzlarıma aldım ve masanın etrafını çevreleyen ahşap sedirlerden birine oturdum. Ömer de elindeki sepeti masanın üzerine bırakıp içinden küçük bir torba kömür çıkarttı ve semaveri tutuşturdu. Tekrar sepete yöneldi, içerisinden ikişer tane çatal, çay kaşığı, bıçak ve plastik tabak çıkardı. Onları da özenle masaya yerleştirdi. Ben ise neredeyse buz tutmak üzere olan ellerimi bacaklarımın arasına almış ısıtmaya çalışıyordum Ömer'i seyrederken. Onu bu şekilde izlemek hoşuma gitmişti.

"Öyle ısınamazsınız Eylül Hanım, kalkın biraz hareket edin." dedi ve masanın üzerindeki malzemeleri işaret etti. "Hadi al şu bıçağı, domates ve salatalıkları soymaya başla."

Eylül'de Aşk (Kitap Oldu...) -18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin