Bölüm 19

112 9 2
                                    

Multimedia Azra'nın kombini :* :)

Sabah telefonun çalmasıyla uyandım. Daha gözlerimi açamamışken başımdaki komodinin üstünde duran telefonumu aldım. Kimin aradığına bakmadan açıp uykulu sesimle "Alo" dedim. Tunahan'ın "Alo" dediğini duymamla yatağın içinde bir hışımla kalkıp kafamı duvara vurmam bir oldu. Kafamı vurduğumu belli etmeden konuşmaya çalıştım.

- Efendim?
- İyi misin?
- Bunun için mi aradın? Bunun için aradıysan...
- Hayır tabii ki, biz gece içmelerine başlayacağız da haber vereyim dedim, herkesi arıyordum.
- Tamam.
- Kaçta nereye gideceğimizi sormayacak mısın?

Biliyordum, her yıl bu aralar içkiye düşerler, akşam on gibi çıkar, gece en fazla dörde kadar gezer, içer, eğlenirlerdi. Bu huylarından nefret ediyordum. Hayatın tadının bu şekilde çıktığını düşünen bir adet koyun sürüsüne benziyorlardı. Kezban ve Özlem içmez, Ali de olabildiğince uzak durmaya çalışırdı. Tunahan, Mert ve Okan gibi her gece içmez, arada canı çok çekince bir bardak alırdı. Özlem ve Kezban kola, meyve suyu, soda felan alırlardı.

- Söyle.
- On gibi buluşacağız mezarlıkta. Nereye gideriz bilmiyorum gezeriz büyük ihtimalle.
- İyi.

Ben de ona soğuk davranmayı deneyecektim. Gerçi ne değişecekti ki? O, onunla mutluydu. Hayatım bok gibiydi. Arada İstanbul'u özletiyordu Manavgat.

Kalkıp yatağımı topladım, mutfağa gidip Zehra'ya yardım ettim. Kahvaltıyı yapınca odama çekilip biraz kitap okudum. Biraz dediğim öğlen dörde kadar. Sonra laptoptan Murat Yürük'ün Kıyamet şarkısını açtım. Aklıma Tunahan geldi, gitmedi.

Gözlerimin dolmasını engelleyip ayağa kalktım. Karşımda sadece boş bir duvar vardı. Gözlerim buğulanmıştı, karşımda Tunahan canlandı. Kafayı yiyecektim. Duvara doğru koşup bir yumruk attım. Elim çok acıyordu ama aldırmadan yumrukları sallamaya devam ettim. Elim kanamıştı, umrumda değildi. Bir yandan da "Allah senin belanı versin!" "Sen busun işte!" diye bağırıyordum. Zehra gelmemişti, sakinleşmemi bekliyordu. Ama bir saattir hiç durmadan duvarı yumruklayınca içeri daldı. Yere oturmuş, sözünü tutamayarak ağlayan beni, kanayan ellerimi, duvardaki kan izlerini görünce gözlerini pörtletti.

Yanıma oturup sarılarak konuşmaya başladı.

- Hırsını bu şekilde alma. Bana anlat, ben her zaman seni dinlerim.

Bir yandan da kanlı ellerimi tutuyordu. Yutkunarak ve ağlamamı durdurmadan konuşmaya başladım

- Vazgeçmek istiyorum, vazgeçemiyorum. Hiç umudum yok, bekliyorum, bana gelmesini bekliyorum! Bi de onu öperken bakıyor bana! Gitmek istiyorum, onu da yapamıyorum. Kokusuna hasret yaşamışken ben, o, onun kokusunu içine çekiyor. Hiç umudum yok içimde. Gel de diyemiyorum. Artık ona yenilmek istemiyorum, ama oluyor! İstemsizce beni alt ediyor.

Derin bir nefes alıp konuşmaya devam ettim.

- Taladro'nun "Sustuğuma bakma, gözüm hep kan be!" dediği yerdeyim.

Bunu duyunca sıkıca bana sarıldı. Ve "Tamam, her şey güzel olacak." diye kulağıma fısıldadı. Sonra bir hışımla ayağa kalkıp laptoptaki şarkıyı kapattı. Sonra odadan çıktı. Ben hıçkırarak ağlamaya devam ediyordum.

Bir süre sonra elinde sargı bezleriyle kapıda Zehra belirdi. Yanıma oturup "Elini uzat." diye emir verdi. Elimi sardıktan sonra beni ayağa kaldırıp elimi yüzümü yıkadı. Sonra beni salona götürüp bir kahve bardağını önüme koydu. Sonra odamı temizlemeye gitti. Ben hâlâ ağlıyordum. Çaresizliği hücrelerime kadar hissediyordum.

İşi bitince kendine de bir kahve yapıp yanıma oturdu. Saat sekiz buçukta kapı çaldı. Zehra kapıyı açınca Utku'nun sesini duydum.

- Merhaba, şekerimiz bitti de bir kase verir misiniz diyecektim.
- Tabii.
- Teşekkürler.

Platonik AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin