Ertesi sabah mutfaktan gelen tıkırtılarla uyandım. Sevgi'nin de çoktan kalmış olduğunu fark edince 'bayan oburun tıkınma saati' deyip yataktan doğruldum. Yaz aylarında terlik giymek gibi bir huyum yoktu. Çıplak ayakla mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Sevgi de benim ayaklarımın çikarttığı gıcırtıları duyup arkasını döndü.
"Günaydın."
"Sana da günaydın da, hayırdır?"
"Şimdi bu tostları yedikten sonra seni bir yere götüreceğim. Uzun zamandır kız kıza takılmıyoruz" dedi. Çoktan pijamalarını çıkarıp üstünü giymiş olduğunu o an fark ettim. Yarı uykulu gözlerle sıktığı portakalların boş kabuklarına baktım. Neredeyse ayakta uyuyacaktım.
"Git elini yüzünü yıka, üstünü değiş gel!" Dedi annem gibi bir tavırla. Başımı sallayıp odama yollandım. Akşam üçü gecerken yatmıştık ve ben, uykumu alamamıştım. Odama girince yüzüstü yatağa uzandım. Sözde yeniden uyumayı planlıyordum ama Sevgi beni çok iyi bildiği için hemen odaya damladı.
"Kızım uğraştırma beni ya! Kalk! Dışarı çıkacağız daha!'
"Off! Ne bu böyle Sevgi? Dışarı da dışarı deyip duruyorsun?"
Bunları sarhoş gibi söylemem Sevgi'yi güldürdü. Ama o çoktan kararını vermişti. Kolumdan tuttuğu gibi beni çekti ve çekiş o çekiş... O da ben de iki seksen yere uzanmıştık. Kendi halimize kahkahalarla güldük. Artık tamamen ayıldığımız için:
"Tamam," dedim "geliyorum."
Sevgi de ayıldığımdan emin olduğu için gönül rahatlığıyla odayı terk etti.
"Tostunu soğutma" diye seslenmeyi de ihmal etmedi.
Elimi yüzümü yıkayıp üstüme bir kot ve basit bir tişört geçirdikten sonra mutfağ geçtim. Ben masaya otururken Sevgi arkası bana dönük bir şekilde, sıktığı portakal suyunu bardaklara dolduruyordu. Arkasını döndüğündeyse elindeki iki bardakla öylece kalakaldı.
"Bu ne Bahar?"
"Ne ne?"
"Bahar bak beni sinir etme, git üstüne iyi bir şeyler giy!"
"Ne varmış üstümdekilerde?"
"Ya hadi beni mi kıracaksın ya? Değiş diyorsak değiş yani. Yılan ye demedim ki, altı üstü kıyafetini değişeceksin."
O tüm bu cumlelerini jet hızıyla sıralayınca, ben ağzımdaki zeytini bile yutamadan ona bakakalmıştım.
"Tamam, sakin," dedim yavaşça ağzımdaki lokmayı çiğnerken. "Değişirim yedikten sonra."
"Iyi tamam" dedi karşıma geçip bardaklardan birini önüme koyarken. Sonra, az önce bir kıyafet için 'panikatak' geçirmemiş gibi gülerek baktı bana. Sanki kötü bir şey söyleyecekti de, söyleyemiyordu. Ya da bir şey saklıyordu ve bu yüzden panik olmuştu.
"Var sende bugün bir işler," dedim tostumu bitirmek üzereyken. Gözlerini kocaman açıp kafasını kaldırdı. Lokmasını çiğnemeyi bırakmıştı- ya da unutmuştu.
"Yooo" dedi ve yemeye devam etti.
"Göriciiz," dedim eski Türk filmlerindeki konuşma tarzıyla "göriciiz..."
Sonra gidip dolabımdan sevdiğim bir elbisemi alıp giydim. Salona döndüğümde beni dış kapıya yaslanmış şekilde bekliyordu. Beni şöyle bir aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı süzdükten sonra:
"Şimdi olmuş" dedi.
"Hadi hadi!" Dedim elimle kapıyı açıp dışarıyı göstererek. Bunu, bu sıcakta dışarıya çıkmaya hevesli olduğumdan değil, 'bir an önce çıkalım ve bir an önce dönelim' düşüncesinde olduğumdan yapmıştım.
Dışari ciktiktan sonra biraz ilerideki bir taksi durağına doğru sürüklemeye başladı beni. Gerçekten garip davranıyordu. Çok uzak bir yere gidecekmişiz, ama gittiğimize değecekmiş, azcık sabırlı olmalıymışım, ne kadar çok soru soruyormuşum... En sonunda ona dönüp:
" Miş miş miş de muş muş muş! Nedir bu haller Sevgi? Hadi açıl yeter! Ne kaçak, ne göçek..." diye şarkılı bir soru yönelttim. Gülüyordum ama bir yandan da muhtemelen 1000 derece olan havanın altında bir oyana bir bu yana sürüklendiğim için kızgındım.
"Shut up bebek" deyip beni susturdu ve kolumdan çekerek taksiye bindirdi. Taksici de radyoyu açınca, biz iyice havaya girdik. Sevgi kulağıma eğilip:
"Tabi içinde bulunduğumuz araba Şimşek olaydı iyiydi" dedi. Başımı aşağı yukarı sallarken, bir yandan da taksimetreye baktım. Yol da git git bitmiyordu ki arkadaş! Ya da hava sıcak diye yollar uzun gelmeye başlamıştı. Sevgi de tarif ettikçe ediyordu. Şurdan sağa, burdan sola, ordan yukarı...
En sonunda taksi durduğunda parayı ısrar kıyamet Sevgi ödedi. Yalnız hakkını vermeliyim ki geldiğimiz yer çok güzeldi. Aslında daha önce de geldiğim bir yerdi ancak rengarenk kıyafetler içinde eğlenen, gülüşen insanların doldurduğu sokaklar, bu sefer daha bir hoş göründü gözüme. Üstelik o eğlence bize de geçiyordu.
"Ankara'da böyle Bestekar gibi kafelerle dolu, güzel yerlerin olması iyi, değil mi?" Dedi Sevgi. Başımı sallayarak onayladım onu.
"Eh, madem sıkılınca gidecek bir deniz kenarı yok, böyle yerler olmalı" diye de destekledim arkadaşımı.
Sonra bir de baktım ki bir kafeye giriyoruz. Ya ayaklarımız getirmisti bizi oraya (cunku hic konuşmadan direkt oraya dalmıştık), ya da Sevgi'nin yönlendirmesi... Tam ben bahçedeki bir masaya oturacakken, 'üst katı da var' diyen Sevgi bana gelmemi işaret etti. O gün sebepsizce Sevgi'ye itaat ediyordum. Evet, vardı onda bir işler ama, ne olabilirdi ki, derken yukarı çıktığımız an yüzümde bir konfeti patladı. Önce şaşirsam da duvara kocaman harflerle asılmış yazıya bakınca anladım: 'İYİ Kİ DOĞDUN BAHAR'.
"Yaaa" dedim Sevgi'ye sarılırken "ben bile unutmuştum..."
"Iyi ki doğdun canım benim" deyip tekrar bana sarılan Sevgi diğer arkadaşlarıma döndü. Ben de döndüm.
"Teşekkurler arkadaşlar" dedim iş yerinden gelen altı arkadaşıma. Onlar da tekrar doğum günumu kutladilar. Birkac konfetiden sonra cok guzel bir pasta geldi. Dilek tutup (dileğimi söylemem) mumlara ufledim. Sonra pastayı kestik ve soylemem lazim ki harika bir pastaydı. Veee yavaştan hediye merasimine geçtik. Eh, adettendir diye 'ne gerek vardııı' ve 'ay niye zahmet ettiniz' gibi cumleler kurdum ama itiraf etmem gereken şey şu ki; tüm hediyelere bayıldım. Nelerden hoşlanacağımı gerçekten biliyorlardı.
"Ilk surpriz dogum gunu partim 26 yaşına girerken yapılacakmış demek ki..." dedim gulerek. Sonra Derya çantasından bir kutu çıkardı.
"Az daha unutuyordum, bunu Can Bey yolladı. Onun işi cikmis, gelemedi ama doğum gününü kutluyor" dedi kutuyu bana uzatırken. Şaskinlikla aldım kutuyu. Üzerindeki iyi dilek notunu okuduktan sonra da açtım. Hediyesi çok şık bir broştu. Ama gerçekten çok şık! Bayağı şık! Böyle acayip şık! Şık yani! Bayağı bayağı, böyle güzel filan! Ayh! Anladınız siz ne demek istediğimi. Kelimeler yetmediği için aynı kelimelerin icinde debelenip duruyorum işte. Haa, Can Bey mi? O bizim patronumuz olur. Çalıştığım şirketin sahibi yani. Ama çok da iyi bir insandır.
"Gerçekten güzelmiş" dedim kutuyu kapatip cantama koyarken. Sonra bana odaklanmış dik bakıslari fark edince, hediyeyi gormek istediklerini anladim.
"Aa, lütfen arkadaşlar" dedim biraz da onları sinir etmek isteyerek. "Pazartesi takınca görürsünüz. Bir broş yani, neyi merak ettiniz?"
"Üf, gıcıksın. Vallaha gıcıksın" dedi Emir. Emir... Nasıl desem? Biraz şey, ee, feminen! Evet, biraz feminen bir tipti.
Neyse canım, konumuz Emir değil. Doğum gününü anlatmaya devam edeyim: cok guzeldi. Yani, başka bir şekilde anlatamiyorum. Cok gulduk, cok konustuk ve hatta konusmamiz, birazcik 'goy goy' boyutuna geldi. En başta Sevgi olmak uzere herkese tesekkur ettim. Ben eve döneceğimizi sanıyordum ki, hepsi birden:
"Daha bitmedi!" Deyiverdi.
"Ne?" Dedim şaşkınlıkla. "Nasıl ya? Nasıl bitmedi?"
Sevgi masadan kalkip koluma girdi ve beni cikisa dogru suruklemeye basladi. Ardindan digerleri de kalkti ve hep birlikte kafeden ciktik. Ama ben hala bir cevap alamamistim. Nihayet bir cevap bekledigimin farkina varan Sevgi:
"Herhalde pastayi kestik, hop,artik eve yapmayacaktik Bahar. Yirmi altı yaşına girdin, eğlen biraz" dedi. Anlasilmisti. Şu gürültüden kulak zarınızın patlama tehlikesi geçirdiği, danslı kokteylli ve abuk sabuk ışıklarla aydınlatilan mekanlardan birine gidiyorduk. Icimden uzun bir of cektim cunku boyle mekanlari hic mi hic sevmezdim. Iste surpriz dogum gununun kotu yani: dogum gunu cocugunun istedigi degil, arkadaslarinin planladigi yapilir...
Saat sekiz olmuştu. Girmek uzere oldugumuz mekandaki muzigin sesi disaridan duyuluyordu. Allah bilir nasil abuk bir DJ vardi iceride...
"Çok kalmayalım" dedim yüzüme sıkılgan bie ifade takınarak. Ve cevao alamadan kendimi iceride buldum. Eğlenmeye çalışıyordum ama ne idüğü belirsiz icecekler icip sacma sapan danslar eden makyaj güzeli kızlarla dolu bir mekanda bunu yapmak o kadar da kolay değildi. Durumumu fark eden Sevgi yanima gelip sesini duyurmak icin bagirarak:
"Sıkıldıysan söyleyelim bizimkilere, gidelim" dedi. Aslında o da benimle ayni durumdaydi ancak organizasyonu yapan kişi olarak, kendi yaptigi bir seyden sıkıldığıni belli etmek istemiyordu. Başimi salladim. Icerideki gurultuden rahatsiz oldugum, orada bulundugum bir saat boyunca kaslarimin catik olmasindan belliydi sanirim. Sevgi yanimdan ayrilarak digerlerinin yanina gitti ve bir seyler soyledi. Sonra beklenen hareket geldi. Emir hemn yanıma yaklasip:
"Kız!" Diye bagirdi. "Huysuz! Ay anam ben nerelere gideyim! Biz senin icin burda neler yapa..."
Hemen lafini kestim. Onunla konusurken onun gibi olmak gerekirdi.
"Ay! Ne benim için Emir? Bir saattir orada Beyonce gibi atlaya zıplaya dans ediyorsun, ne benim için?"
Ah, hiç altta kalir mi benim arkadaşim, hemen cevap geldi.
"Beyonce'nin 20 metrelik o topuklu ayakkabilari altinda kal insallah! Kız sen eğlenmiyorsun diye biz kös kös oturalım mı?"
Basimi 'hı hı, evet, tabii, sen haklisin' anlamında aşağı yukarı salladıktan sonra Emir'i orada bırakıp Sevgi ile dışarı çıktım. Başım çok kötü ağrıyordu (sarhoşluktan değil, gürültüden). Ama içerideki o müzikten sonra, dışarısı tüm o Ankara trafigine ragmen bana Budist tapinagi gibi geldi mübarek.
"Kusura bakma be Bahar'ım, eğleniriz demiştim ama..."
"Ne kusuru kardeşim? Hem sen nereden bilecektin o içerdeki manyak DJ'in Oriental Poison'dan girip halaydan çıkacağını?"
Bu kafayla otobuse motobuse binilmeyeceginden, taksi bekliyorduk.
"Bahar."
"Efendim?"
"Can Bey'in aldığı broşu..."
"Evde gösteririm" diye lafını böldüm.
Sonra gelen bir taksiye işaret çaktım. Yorgun argın eve döndük. Anahtarı zar zor delige sokup iceri girdigimizde, oncelikle soyle bir oturup dinlendik.
"İçmeddn sarhoş olduk yemin ediyorum" dedi Sevgi çantasıni cikarip tekli koltuga firlatirken.
Basimi sallayarak onayladim. Sonra ikimiz de ustumuzu degistik. Sevgi o gece bende kalacakti. Evet evet, bizim konuşmadan karar alma gibi ozel yeteneklerimiz var. O gun de oyle oldu. Ikimiz de pijamalarimizi giyip koltuklara yayildik ve bir sure hic konusmadik. O arada başimin agrisi gecsin diye bir ilac aldim. Sonra Sevgi, beni sasirtacak kadar buyuk bir enerjiyle dogruldu.
"Broş! Göstersene broşu!" Dedi çığlık atarcasına.
Kalkıp yerde duran cantami aldim ve icinden kutuyu cikardim. Kutusu bile asil ve zarif olan ve 26 yil boyunca aldığım en harika hediyeyi (zamaninda, takdir aldığımda babamdan gelen hediyeleri saymazsak) Sevgi'ye uzattım. Uzerindeki notu okuyup icini acinca gozleri, tesadufen eline aldigi midyenin icinde inci bulmuscasina parladi.
"Ow my God! Ve hatta God my ow!"
Durdu, durdu, durdu ve sonra uc kez daha ayni seyleri soyledi. En sonunda broştan gozlerini ayirip bana bakti.
"Bu sıradn bir hediye değil."
"E tabi değil" desem de, onun anlatmak istediği başkaydı.
"Öyle demiyorum kızım! Biz şirkette Derya'nın da, Ebru'nun da doğum gününü kutladık ama Can Bey hangisine..."
Tam suratına yediği yastık, sözlerinin yarım kalmasina neden oldu. Parmagimi yuzune dogru sallayarak:
"Sevgi!" Diye tısladım dişlerimin arasından. Gülerek bakıyordu.
"Bence öyle yani..." deyip imalı kaş göz hareketleri yaptı.
Ona doğru bakıp gözlerimi kıstım. Sonra sinsi bir gülus... ardindan kotucul bir kahkaha... ben koltuktan kalkip tehlikeli bir yavaslikla ona dogru ilerlerken Sevgi ayni seyi soyluyordu: 'hayir hayir hayir!' Ve ben de basimi sallayip inatla 'evet evet evet' diyordum. En sonundaysa, onun korktugu ve benim istedigim oldu. Kizcagizi gidiklamaya basladim. Ciyaklayarak guluyor, ayagiyla beni tekmelemeye calisiyordu. Gulmekten nefessiz kaldigi anlarda geri cekilip nefes almasina izin verdim. Ve yeterince soluklandigini dusundugum an, yeniden gidiklamaya basladim.
Gidiklamayi tamamen bitaktigimdaysa, yuzu gulmekten kipkirmizi kesilmisti. Bunun disinda, klasik bir aksam gecirdik. Tam yatmaya gidiyorduk ki, birden ziplamaya basladim. Her ziplayisimda bir kelime soyluyordum.
"Yarin, kitabimi, teslim,edecegim!"
Sonra Sevgi'nin saskin ama gulen bakislari altinda yine ziplayarak odama girdim ve bu sefer de yatagimin uzerinde ziplamaya basladim. Butun gun aklimda olmayan sey, gecenin bir yarisi aklima gelmisti ve kendimi durduramiyordum. Isterse alt komşunun dik bakışlarina, isterse yan komsunun uyarisina maaruz kalayim, yine de durduramiyordum iste. Sonra birden Sevgi'nin de bana katildigini fark ettim.
"Yarın, harika, bir, gun, olacak" dedim yine her ziplayista bir kelime soyleyerek. Sonra ikimiz de durduk ve bir sure bakistik. Bizim, daha dogrusu benim özelliklerimden biri de uykum gelince sacma sapan hareket etmemdi. Sonra gulerek yataga uzandim. Tam artik sakinlesmistik ki, birden buyuk bir hizla dogruldum.
"Alarm! Alarm kurmam lazım!"
Başucumdaki komodinde bir sure el yordamiyla telefonumu aradiktan sonra, nihayet buldum ve telefonu actim. Ilk once ışığı gözümü kamaştırsa da, gözüm alışınca hemen alarmı kurdum. Artik gonul rahatligiyla basimi yastiga koyabilirdim. Oyle de yaptim...