...Nihayet eve vardığımda kendimi kanepeye attım. Şöyle birkac dakika oldugum yerde kıpırtısız uzandım. Sonra yavaşça doğrulup odama gittim ve yatağımın üzerine oturup, fazla hareket etmeden, ufak hareketlerle, oturdugum yerden üzerimu değiştim. Her ne kadar yorgun olsam da, düzenli biri olduğumdan kıyafetlerimi alıp astım.
Biliyorum, aslında iyi bir şey degildi ama sıcak havalarda iyi geliyordu ve ben her zaman yaptığım gibi, yine serinlemek için bu yöntemi kullandım. Bahsettiğim şey, yüzü yıkayip, kurulamadan klimanın ya da vantilatörün karşısına geçmek. Gerçekten, işe yarayan bir yöntem. Ardından ben yine gidip koltuğa serildim. Aslında bu kadar uyuşuk davranabilmeyi, o günün cuma olmasına borçluydum. Normalde hafta sonları kitap yazardım ama dizüstü bilgisayarım da tamirdeydi. Artık şu Merkür geri mi gidiyor, takla mı atıyor, ne yapıyorsa, önce Şimşek, sonra da bilgisayar tamire gitmişti. Ama çok şükür ki bilgisayar bozulmadan kitabımın çıktısını almıştım. Eğer almasaydım, tam ÜÇ YÜZ KIRK sayfalık emek boşa gidecekti. Düşüncesi bile korkunçtu. Üç-yüz-kırk diyorum kardeşim, az da değil ki! Bugün kaç tane yazar 340 sayfalık polisiye yazıyor? Ödül mıknatısı olurdu bu kitap... Ama birden beni bu düşüncelerden aayıran bir şey hatırladım. Acıkmıştım! Hem de ne acikmak... O gün hicbir şey yememistim. Normalde en yakın arkadaşım Sevgi ile çıkar, bir pizza olsun, bir hamburger olsun yerdik. Ama o gün nasil bir yoğunluk vardı, anlatamam. Neredeyse nefes almayı unutacaktık! Eh, izne ayrılanlar da olunca, tüm yük bizim sırtımıza binmişti.
Gidip buzdolabını açtım ve dolabı şöyle bir yukarıdan aşağı, aşağıdan yukarı süzdüm. Artık ne kadar süre kapağını açık tuttuysam, ötmeye başladı. Hızlıca kapa-aç yaptım ve ne yiyecegime karar vermeye çalıştım.
"Peynir zeytin partisi mi yapsam? Yok, şimdi canım onu istemiyor. Geçen yaptığım yemeği mi ısıtsam? I-ıh, bu sıcakta bir de yemek sıcak olursa, midem eror verir."
Bu uzun mahkemenin ardından sayın hakim (beynim), en iyisinin tatlı yemek olduğuna karar verdi. Böylece dolaptan dondurmayı aldım. Tüm cesitlerden koyduktan sonra, kafelerdeki gibi olsun diye dondurmaya bisküvi batırdım.
Normalde hazırladığım bir aperatifi yemek icin oturmayi beklemem ama soz konusu dondurmaysa, koltuga yayilmam gerekir. Kanepeye yerlesip ayaklarimi uzattigim anda olabilecek en kotu seyin oldugunu fark ettim. Kumanda teee dunyanin oteki ucundaydi. Gozlerimi kısıp kumandaya baktım.
"Senin sorunun ne ha, lanet olası pislik?" Dedim Amerikan filmlerindeki repliklerden birini kullanarak. Bu en buyuk eglencelerimden biriydi. Sanirim klimanin yarattigi serinlik beni kendime getirmisti. Biraz garip bir tanım olacak olsa da, şarji yuzde yuz olmus telefon gibiydim. Enerjimi toplamistim yani. Koltuktan kalkip kumandayi aldim ve zap yapmaya basladim. Izdivac programiydi, dizilerin tekrarlariydi, spor haberleriydi derken CNBC-E'deki şu. Big Bang Theory'ye rastladim ve kumandayi koltugun oteki tarafina firlatip izlemeye basladim. Aslind atam olarak da izlemiyordum cunku aklim baska yerdeydi. Ertesi gun kitabimi cok bilindik bir yayin evinin editorune teslim edecektim. Dolayisiyla da cok heyecanliydim.
Kitabim daha onceden de bahsettigim gibi bir polisiye romaniydi. Hicbir anahtarin hicbir kilidi acmadigi, ama aniden birinin bir sozuyle ya da itirafiyla tum olay akisinin degistigi, bana sorrsaniz suukleyici ve yalin bir dille yazilmis iyi bir romandi. Tum odulleri toplayip, (hadi biraz uçayım) filmi bile cekilirdi. Kabul, uçtum. Filmi cekilmeyebilirdi ama cok satardi bu kitap, ÇOK! Iste bu yuden heyecanliydim.
Bir rulakat, bir dondurm ayiyordum ki, çat! Kaşığın tabagin dibine vurma sesiyle kendime geldim. Ne aa bitirmistim onca dondurmayi? Kalkıp tabagi tezgaha koydum. Makineye yerlestirmek gibi bir huyum yoktu cunku! O tezgah kirli bulasiklarl adolacak, sonra doldur-bosalt islemi yapilacakti.
Yerime dondugumdeyse The Big Bang Theory bitmisti.
"Şu yabanci diziler de ne böyle kısa kısa?" Dedim kendi kendime. Eh, Türk'üz sonucta, üç saat bir diziyi izlemeye alışmışız.
Tam ben kumandayi yeniden elime almışken telefonum çaldı. Amaaan, kim ki bu şimdi gibisinden bir tavirla elime aldigim telefonun ekranindaki ismi okuyunca hemen ciddilesip dimdik oturdum. Arayan, bahsettigim yayinevinin editoruydu. Bogazimi temizleyip actim telefonu.
"Alo?"
"Alo, Bahar Hanım? Merhaba."
"Merhaba. Buyurun Suat Bey."
"Kitabınızı bana yarin tesim edecektiniz ama benim ufak bir işim cikti. Eğer müsaitseniz pazar günü görüşelim diyecektim."
"Ah tabii, benim için uygun."
"İyi akşamlar öyleyse."
"İyi akşamlar."
Pek kisa bir konusma olmustu. Ama neyse canim, önünde sonunda kitabi teslim edecektim. Tam telefonu masaya koyuyordum ki yeniden caldi. Yine Suat bey arıyordur diye sesimi cikarmadim ama numaraya baktigimda 444'lü, kurumsal bir numara oldugunu gordum. Bu da demek oluyordu ki rayan hattimdi ve ban ayeni tarifeleri anlatacakti.
"Bir sus be!" Deyip direk reddettim aramayi. Sonra da telefonumu yeniden masaya koydum. Ve o anda birkez daha calmasin mi? Ben yine hattimdir diye dusup karsimdakinin bant kaydi olmasi rahatligiyla:
"Ne var ulan sabahtan beri bi'bırakmadınız?!" Diye kaba bir çıkış yaptım. Aa maalesef karşımdaki bant kaydi degildi.
"Bahar?"
Elimi yumruk yapip agzima götürdüm. Telefondaki Sevgi'ydi ve ben nasil konuşmustum!
"Sevgi?" dedim, Jerry tarafindan kuyruguna basilmis Tom kadar ince bir sesle. "Sen miydin?"
"Sen kim diye açtin ki canim?" Dedi ama cevap beklemeden devam etti. "Ay aman, her neyse. Şey diyecektim, çok sıkıldim ya! San ageleyim mi, sohbet ederiz?"
Firsatini buldugumuher an birbirimizi ziyaret ettigimiz icin evin supurulmemis olmasini ya da halihazırda ikramlik bir şey bulunmamasini dert ermeden gelmesini soyledim. Cunku o bana geldiginde veya ben ona gittigimde oturup sohbet ederken ekmek bile kemirebilirdik.
"Iyi' hadi geliyorum ben" deyip telefonu kapatti. Bana en fazla on bes dakikalik bir mesafede oturuyordu. Ve Sevgi, diger arkadaslaeimdan cok farkliydi. Ben de onun icin oyleydim. Hatta biz arkadaştan öte, kardeştik! Tam on dort yillik bir gecmisimiz ve sonunu goremeyecegimiz kadar uzun bir gelecegimi vardi. Anlayacaginiz birlikte buyumustuk ve ayrilmaya niyetimiz yoktu. Cok da sevimli ve eğlenceli bir kızdi Sevgi. Onunla o kadar cok ortak yonumuz vardi ki... Ikimiz de ne olursa olsun pozitif olmamiz gerektigine inanirdik mesela. Hatta cocukken, bu ortak yonlerimizi resmilestirip, bir SB Anayasası olusturmustuk. Sevgi-Bahar Anayasası... ve de bunlari bir deftere kaydetmistik. O defter de hala bende durur.