Ertesi sabah gözlerimi açtığımda her tarafım ağrıyordu. üzerimden tır geçmiş gibi bir hisle yataktan doğruldum. Bir on dakika kadar yatakta boş boş oturdum ve düşünmeye başladım.
"Bugün önemliydi ama neden? Bir şey vardı bugün. .. Önemli bir şey. .. Ama ney? Neydi ki önemli olan? Neydi, neydi, ney-"
Yorganı ayaklarımın üzerinden fırlatıp 'laaaan' diye bağırarak kalktım yataktan. Normalde çok lanlı lunlu bir tip olmasam da, bu tepki editörüyle buluşmasına bir saatten az kala uyanmış bir insan için gayet doğal değil mi? Evet, alarmı duymamıştım. Artık nasıl derin uyuduysam demek ki... Hızla kalktım. Hemen üzerimi değiştirdim ve mutfağa gidip bir şeyler atıştırdım. Bu huy bana annemden geçmişti. Hangi huy ku? Bir şey yemeden evden çıkmama huyu! Evet, hani şu kahvaltı günün en onemli öğünüdür, kahvaltı yapılmadan evden çıkılmaz düşüncesi. ..
Sonra koşarak odama gidip oradaki bir poşeti elime aldım. İçinde defolu çıkan bir kiyafetim vardı. Dışarı çıkmışken onu da iade ederim diye düşünmüştüm. Masanın uzerinde duran kitabımı da kapıp evden ayrıldım.
Bana her sabah olduğu gibi selam veren tontiş Melahat teyzenin selamını dahi alamadan, koşa koşa apartmandan çıktım. Taksi beklemeye başladım. Ama gelmiyordu işte, gel-mi-yor-du! Ayağımı sabırsızlıkla ve sinirle yere vurdum. Geçen iki taksi de durmamıştı zaten. Devrelerim yavaş yavaş yanıyor, keçilerim de yavaştan uzaklaşıyordu.
"Kahretsin!" dedim ayağımı bir kez daha serçe yere vurarak ve bu 'cool' harekete ters düşecek şekilde acıyan ayağımı tutmak zorunda kaldım. Saatime bakıp da zamanın gittikçe daraldığını görmek canımı sıkıyordu. Birden taksi beklemeyi bırakıp evimden çok da uzakta olmayan otobüs durağına koşmaya başladım. Hatta sanırım koşmadım, uçtum. Ve inanın elimde olsaydı ışınlanırdım...
Tam ben geldiğim anda hareket eden otobüsün arkasından tiz bir ıslık çaldım. Adam hemen durup kapıyı açtı. Binip teşekkür ettim. şansıma, boş koltuk da vardı. Binişimin üzerinden çok geçmeden indim. Ancak şimdi de metroya binmem gerekiyordu. Suat Bey beni öyle bir yere çağırmıştı ki... Ah Allah'ım bu otobüs-metro ikilisi benim peşimi hiç mi bırakmayacaktı? Her neyse... Hemen ardından metroya bindim. Metro ile gideceğim mesafe, otobüs ile gittiğimden daha uzundu. Ve çok şaşırtıcı bir şekilde, metroda da boş koltuk bulabildim. Sanırım o anda çok garip bir görüntüm vardı. Tokam saçımın ucuna kadar sıyrılmış, çantamın iki askısından biri omzumdan düşmüş, bir elimde poşet, bir elimde kitabım, yorgun iş kadını izlenimi veriyordum. Saçımı düzgünce toplayabilmek için poşetin askısını bileğime geçirip, kitabımı yanımdaki boş koltuğa bıraktım. Saçıma tam tepeden sıkı bir topuz yapıp saatime baktım. Güzel... Yetişme şansım vardı...
Metrodan indiğimde, derin bir nefes alıp zamanımı iyi kullanmış olmanın verdigi rahatlıkla yürümeye başlamıştım ki, elimde bir boşluk, bir eksiklik hissettim.
"Ki-ki-kitabım?" Kekelemeye başlamıştım. Korkuyla arkamı döndüm. Arkam bomboştu, indiğim metro orada yoktu...
Önce ne yapacağımı bilemedim. Ellerim titremeye başlamıştı. Elimdeki poşeti istemsizce yere düşürdüm. Yanımdan geçen birkaç kişi bana baktı. Bu şaşkın bakışlara daha fazla maaruz kalmamak için, poşeti de alıp bir kenara geçtim. Üzerimde 'ağır' ifadesinin karşılayamayacağı kadar büyük bir yük hissediyordum. Ama bir yandan da büyük bir boşluk. Aynı anda iksini de hissedebilmem normal miydi? Ne yapmalıydım? Ellerimin titremesi gitgide artıyordu. Çantamdan telefonumu çıkardım. Birkaç kez yanlış yere bastığım için sinirlenip, kırarcasına sert vurarak rehbere girdim ve ne hissedeceğimi bilemeyerek, ama sanırım en çok korkarak Suat Bey'i aradım. Telefonun açılmasını beklerken ayakta durmakta zorlandığımı fark edip, bir çıkıntıya yaslandım. Sonunda telefon açıldı.
"Alo?"
"A-alo, Suat Bey?"
Sesimden bir şeylerin kötü gittiğini anlamış olacak ki:
"Bahar Hanım, iyi misiniz?" diye sordu.
"Suat Bey, ben... Ben çok özür dilerim ama gelemeyeceğim."
"Ne? Neden ama?"
Titreyen sesimi kontrol altına almaya çalışarak olan biteni anlattım. Duruma üzülmüştü elbet, ama ne diyeceğini bilemedi. Böyle bir durumda ne denirdi ki? Kaç insan, kaç aptal insan kitabını metroda unuturdu ki, onu teselli edecek uygun bir cümle bulunsun?
Telefonu kapatım çantama koydum. Bakışlarım donuklaşmıştı. Patlayacaktım ama bu patlamayı eve saklıyordum. Zira orada patlarsam, anında alıp tımarhaneye kapatırlardı.
Eve gittim. SB Anayasası'nı ihlal ediyordum ama kimse benden böyle bir durumda gülùmsememi bekleyemezdi. Bu, Polyannalıktan da öte bir şey olurdu... Eve girdiğimde, sabah ben çıkarken uyuyan Sevgi'nin bıraktığı notu gördüm.
"Sabah erkenden çıkmışsın. Ben de şimdi çıkıyorum. Akşam ararsın konuşuruz, çok öptüm, bol şans. .."
Etrafı kalplerle süslenmiş kağıdı buruşturup yere attım ve ağlayarak dizlerimin üzerine çöktüm. Laminanta birkaç yumruk indirdikten sonra eklem yerleri kızarmış ellerimi sıkarak ayağa kalktım. Kol çantamı rastgele bir yere fırlattım ve o da çarpıp en sevdiğim vazoyu düşürdü. Cam kırıklarına bakıp hiçbir şey yapmadan mutfağa gittim. Yüzüm muhtemelen kendime olan, dikkatsizligime olan sinirimden kıpkırmızı olmuştu. Bir bak su doldurup suyu yarısını içtim. Sonra durup boş bakışlarla bardağa baktım ve ani bir hareketle bardağı evyeye doğru fırlattım. Bardağın kırılıp kırılmadigini göremeyecek kadar bulanıklaşan bakışlarımı, gözyaşlarını silerek netleştirmeye çalıştım ve sert adımlarla salona gittim. Birine ihtiyacım vardı. Yalnız kalırsam evdeki hiçbir eşya, tek parça halinde kalamayacaktı çünkü. Sevgi'yi aradım. Sesimden kötü bir şeyler olduğunu anlayan Sevgi, hemen kalkıp gelmişti. Kapıyı açtığım an Sevgi'ye sarıldım.
"Bahar! Ne oldu, iyi misin?"
Geri çekilip elimle içeriye geçmesini işaret ettim. Geçip koltuga oturdugunda, şiddetli sinirimin yerini sakin bir üzüntü almıştı. Koltuğa oturdum ve dirseklerimi dizlerime dayadım.
"Anlatacak mısın?"
Başımı sakladım ve arkama yaslanıp olan biteni anlattım. İnsanlar karşılarındaki kişiyle empati kurarlar. Yani bir kısmı. .. Ama Sevgi ve ben bundan öteydik. Yani başka birisi olsa sadece üzüntümü anlardı, ama Sevgi üzüntümü benimle birlikte 'yaşardı'.
"Böyle..." dedim ellerimi iki yana açarak.
"E peki kitabın başka bir kopyası yok mu?"
Acı acı güldüm. Yoktu... Olması gerekir değil mi? Hangi süper zeka(!) kitabının bir kopyasını daha hâlihazırda bulundurmaz? Ben! O süper zeka benim işte!
"Tüh, keşke bir kopyası daha olsaydı" dedi Sevgi sessizce.
"Keşke..." dedim ve sormadığı halde neden başka kopya olmadığını anlattım.
Bilgisayarıma daha önce hiç virùs bulaşmadığı için (çünkü internete genelde telefonumdan girerdim ve böylece bilgisayara sitelerden bulaşma riski olmazdı) kitabımı D sürücüsüne bakma gereği duymamıştım. Sonra kitabimdan bir örnek çıkarttım. iIkincisini nasıl olsa daha sonra çıkarırım diye düşünmüştüm. Ama ne oldu? Bilgisayar tamire gitti. E benim de kitabı bir an önce Suat Bey'e teslim etmem gerekiyordu. Anlayacağınız başıma gelenlerin hepsi benim rahatlığım ve tedbirsizliğim yüzündendi.
Bir süre ikimiz de konuşmadık ama sessizliği Sevgi bozdu.
"Istersen, yani sen bilirsin ama, Can Bey'den senin için i..."
"Hayır izin falan istemiyorum, gerek yok. Hem çalışmak kafamı dağıtır belki" dediğimde, nasıl istersen anlamında yana eğdi başını.
Uzun süre ortama sessizlik hakim oldu. Televizyon açılmadî, konuşulmadı. Sadece sustuk. Sustuk ve sustuk... Saat sekize gelirken Sevgi'ye yatacağımı söyledim.
"Kalmamı ister misin yoksa..."
"Sen bilirsin ama, git istersen."
Yalnız kalmak istiyordum. Odama gidip yatağıma uzandigimda, demir kapının kapanma sesini duydum. 'beni yalnız bırakıp gitti, hayırsız' diye bir düşüncem ise asla olmadı. Zaten yanımda olsa da yapabileceği bir şey yoktu. Gòzlerimi kapatîp uyumaya çalışsam da, başaramayinca balkona çıkıp hava almaya karar verdim.
Yaz akşamlarının tatlı serinliği altında, sesli olarak düşünmeye başladım.
"Ne ilginç ya! Kitabım kayboldu ve elimden hiçbir sey gelmiyor. Ne yapılabilirmki zaten? Polisi arayıp 'kitabım kayboldu da, bir arama başlatabilir miyiz acaba?' mı diyeyim? Ağaçlara ilan mı Zımbalayayım? Gazetelere, Billboardlara ilan mı vereyim?"
Konuşmamı telefonumun mesaj sesi böldü. Mesaj Sevgi'dendi.
Sevgi: Metroda kaybolan eşyaları sorgulayabileceğimiz bir birim varmış. Senin için bir araştıracağım.
Mavi tik olup da cevap gelmediğini gòren Sevgi, tekrar mesaj attı.
Sevgi: Araştırayım, ben sana haber verecegim tamam mı?
Sevgi: Bir şeyler bulacağımıza eminim canım, kendini üzme, bulacağız...
Sevgi:♥♥♥
Teşekkür edip telefonu masaya bıraktım. Sonra tekrar elime alıp, bu sefer tamamen kapattım. Ne bir mesaj gelsin istiyordum, ne de bir arama... Temiz havada bir süre daha oturdum ve düşündüm. Her şeyi sonu muydu bu? Kitabım sonsuza dek kayıplara mı karışmıştı, yoksa ona ulaşma şansım var mıydı? Nasıl ulaşabilirdim ki?..** Sizce hangisi daha olası? Kitabımı bulmam mı? Ah Hayır, o nasıl olacak ki? Yoksa olur mu? Belki olur ha? Unut gitsin, nasıl olacakmış? Olabilir mi yoksa? Ahh, pekâlâ, sanırım okumadan hilemeyeceksiniz...