Cümlelerde, isimlerde birtakım değişiklikler yapılmıştı ama Kilit, ya da benim koyduğum isimle Bilmece, benimdi. Resmen kitabım çalınmıştı ve elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bunu ispatlamamın imkânı yoktu.
"Hangi vicdansız yapar bunu?" dedim yine sessizce. Kitabı evirdim, çevirdim. Zaman geçtikçe şaşkınlığım kızgınlığa dönüştü. Kitabı fırlattım.
"Resmen, resmen BENİM yazdığım kitap, hakkında hiçbir şey bilinmeyen birisi tarafından çalınmış ve yayımlanmış!"
Ertesi gün işe gidince hemen sevgiyi bir kenara çektim ve korktuğumuz şeyin olduğunu söyledim. Benim o 'Gizli' denen kişiyi mutlaka bulmam lâzımdı ama nasıl? İmza günü bile yapmayan, hakkında hiçbir bilgiye ulaşılamayan bu adama ben nasıl ulaşacaktım? Bir süre sessizce bunu düşündük. İş artık bir macera tadı almaya başlıyordu. Birden parmağımı şıklattım.
"Buldum! Bak şimdi, bu adam ya da kadın, her neyse, bu kitabı bastırırken mutlaka yayın evine adını soyadını verdi, imzalar, vesaireler oldu, değil mi?"
Lafımı Sevgi tamamladı.
"Ve biz o yayın evine gideceğiz!"
Başımı salladım. Tam masalarımıza dönüyorduk ki, duvara yaslanmış, şaşkın şaşkın bize bakan Emir'i fark ettik.
"Hepsini duydun mu?" deyince başını salladı.
"Neden daha önce bahsetmediniz bana?" diye sordu Emir de. Sevgi'yle ona dik dik bakıp:
"Neden acaba?" dedik.
Artık tüm bu olayları birisi daha biliyordu. Emir'i iki kolundan tutup bir kenara çektik ve duyduklarından ikinci bir emre kadar kimseye bahsetmeyeceğine dair yemin ettirdik. Aslında o da bu olayı çok değişik bulmuştu. Yayın evine bizimle gelmek için yalvarınca gelmesine izin verdik. Onun yalvarmasından ve gün boyu başımızın etini yemesinden iyiydi izin vermek. Sonra dağıldık, gün boyu masalarımızdan birbirimizle bakıştık. Nedense yapacağımız iş bizi çok heyecanlandırmıştı. Herhalde bu heyecan bir nevi iz sürecek oluşumuzdan, yani dedektiflik yapacak oluşumuzdan kaynaklanıyordu.
Ve nihayet bu iş için en uygun bulduğumuz zaman geldi. Pazar sabahı...