İZİN MESELESİ

1 0 0
                                    

       

             Ertesi sabah erkenden- kimse uyanmadan- Can Bey'i aradım. Çaldı çaldı, açmadı. Acaba uyanmadı mı diye düşündüm ama saat o kadar da erken değildi. Tekrar aradığımda, dördüncü çalışta açtı.

"Alo? Can Bey, uyandırmadım değil mi?"

Uyandırdıysam da oh olsun, her şeye burnunu sokan gıcık, diye geçirdim içimden bir cevap beklerken.

"Yo, hayır. Buyurun, neden aramıştınız?"

"Bugün şehir dışından ailem geldi. Eğer bana bugünlük izin verirseniz onlara şehri gezdirmek istiyorum."

"Aa, aileniz şehir dışında mıydı?"

He, şehir dışında. Sana ne yani? Ne yapacaksın? Ben bunları düşünürken, o da sorduğu sorunun saçmalığını anlamış olacak ki, toparlayıp:

"Şey tabi, ne demek. Hatta isterseniz iki gün de olabilir izniniz. Yani ailenizle vakit geçirmek istersiniz diye..."

Ay, aman ne de düşünceli, sevsinler... Ama hiç itiraz etmedim. Madem teklif etti, ben de kabul ederim o zaman, diye düşünüp hemen:

"Çok teşekkür ederim Can Bey" dedim.

"Rica ederim, ne demek? İyi günler."

"İyi günler."

Ellerimi ovuşturdum. İzin işi de hallolduğuna göre, güzel bir şehir turu yapabilirdik bizimkilerle. Saate baktım, annemleri uyandırmak için erkendi. Hem de yol yorgunuydular. Biraz daha uyusunlar, diye düşünüp yeniden koltuğa uzandım. Ama ben uykumu almıştım. Bari Sevgi'yi arayıp işe gelmeyeceğimi haber vereyim dedim. O da bize iyi gezmeler diledi.

Böylece arama-haber verme işlemlerinin tümünü halletmiştim. Bizimkiler uyanmadan bir kahvaltı hazırlayayım dedim. Allah'tan bir önceki gün alışveriş yapıp, dolabı fullemiştim. Normal zamanlarda kullandığım tabakları değil, benim deyişimle 'misafir tabaklarını' çıkardım. Tam her şey mükemmel oldu demiştim ki, en önemli şeyin olmadığını fark ettim: ekmek! Ekmeksiz kahvaltı diye bir şey var mı arkadaşlar? Ekmeksiz kahvaltıyı yapsa yapsa Canan Karatay yapar ki ben, hiçbir diyetisyenin lafına, yok şu kalorili, yok bu zararlı deyişine aldırmamış bir insan olarak ekmekten vazgeçemezdim. Öyle kilolu da değilimdir ama yemek yememin sınırı ve saati yoktur. Hani şu 'günde üç öğün' lafı vardır ya; sabah, öğle, akşam, hah, işte benim öğünüm yok. Ne yani, benim gibi bir öğütücü sadece üç öğün mü yiyecek? Güldürmeyin beni. Benim yemek yeme zamanım şudur: 'acıktığında'. 'Yani gece on birde de acıksan, ye!' felsefesi.

Neyse, uzatmayayım. Ekmeği alıp geldim. Ben geldiğimde annemler uyanmış, beni bekliyorlardı. Kapının açıldığını duyunca kalkıp hemen masaya yerleştiler. Belli ki acıkmışlardı. Ayakkabılarımı çıkarıp onların yanına geçtim ve kendim hazırladım diye söylemiyorum (gerçekten o yüzden söylemiyorum) harika bir kahvaltı yaptık.

Kahvaltıdan sonra hep birlikte arabaya atladık ve Ankara turuna başladık.     

BU KİTAP BENİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin