17. BÖLÜM
Tao Shin, DaRan'dan duyduğu bu pervasız sözlere üzülse mi yoksa bu kadar korkusuz ve yıkılmaz olduğuna sevinse mi bilemiyordu.
Hâlâ kararlılıkla önünde diz çökmüş vaziyette duran kıza bakıp, "Peki güvenliğin ne olacak Başhanım? " dedi yarı kızgın yarı üzgün bir sesle. Da Ran ise sevinçle bakmıştı onun gözlerine. Ayağa kalkıp Ho Yang'a döndü.
"Yüzbaşım siz benimle gelebilirsiniz"deyip ardından düşüncesini ölçmek istercesine Tao Shin'e döndü.
Genç adamın derin düşünmesine bakılırsa oldukça kararsız görünüyordu. Huzursuzlukla kıpırdadı yerinde, bir çıkış arıyordu. Onu elleriyle ölüme itemezdi. Halk onu orada asla dinleyip yaptığı ilacı içmezdi hatta daha kötüsü onu linç edebilirlerdi. Bu ihtimali düşünmek dahi canını yakıyordu. Hâlâ kendisine yalvaran gözlerle bakan kıza döndü. Nasıl böylesine şefkatli olabilirdi bir insan. Üstelik halk yüzünden buralarda yaşamaya mahkum kalmışken, yine de onları düşünmesi onun Kara İnci vasfına ne kadar layık olduğunu gösteriyordu.Kaşlarını çattı hoşnutsuz bir şekilde, sonra da ne kadar zor gelsede başını salladı. Ona izin vermekten başka çaresi yoktu zaten.
DaRan izni alır almaz sevinçle teşekkürler yağdırmaya başladı ona. Oğlu için elinden geleni ardına koymayacaktı.
"Merak etmeyin majesteleri, sağ salim döneceğim."dedi coşkulu sesiyle. Ama Tao Shin bundan pek etkilenmiş görünmüyordu. Zira çatık kaşları hâlâ gergindi.
Genç kadından bakışlarını çekerek etrafta dolaştırdı. Ardından Ho Yang'a dönüp, "Yanına güvendiğin birkaç adam daha al. Her ne olursa olsun Başhanımı koruyacaksınız. " diye emir verdi.
DaRan onu ne kadar zorladığını biliyordu ama bunu oğlu için yapmak zorunda olduğunu hissediyordu. Herşey bitip döndükleri zaman hayatlarına kaldıkları yerden, daha huzurlu devam edeceklerdi nede olsa.
...........
Genç kadın ayağının altında ezilen çalıların çıkardığı sesi dinleyerek, Ho Yang'ın ardından ilerliyordu. Biricik prensini şimdiden özlemişti. Onu yeniden saraya götürmeleri endişesini körüklüyordu.
Gerçi güveneceği kimsesi kalmamıştı ki. Sarayda en azından babasının yanında güvende olurdu. Önünden yürüyen adam durunca kendiside durup geldikleri yere baktı. On metre ilerde çadırlar görünüyordu. İçini kaplayan korkuya yenilmemek için yavaşça yürümeye başladı.Ho Yang yanından geçen kızın kolundan tutup durdurdu.
"Emin misin? "dedi, kararında hâlâ ısrarcı olması çıldırtıyordu onu.DaRan tebessümle karşılık verip tekrar yürümeye başladı. Çadırlara yaklaştıkça insanların acı dolu inlemeleri kulaklarda daha net yankılanıyordu.
Burası neredeyse ikiyüz kişilik bir kamptı. Şimdilik bu kadar kişiyi toplayabilimişlerdi ama eğer bu yöntem etkili olursa tüm hastaları bu gibi kamplarda toplanacaklarını söylemişti Tao Shin.
Çadırların arasından geçerken insanlar yarı baygın vaziyette gelenleri izlemeye başladılar. Çoğu DaRan'ı tanımıyordu zaten. Ancak ilerde diğerlerine göre daha dinç olan bir adam "Bu uğursuz Prensin annesi. Ne bakıyorsunuz öldürelim şunu." diye bağırıp genç kızı aşikar edince merak dolu bakışlar nefrete dönüştü. Kendisinde biraz güç bulan herkes ayaklanıp onlara doğru yürümeye başladılar. Tabi hesaba kalmadıkları genç kadını koruyan bir muhafız birliğinin olmasıydı. Ho Yang'ın tek bir hareketiyle tüm muhafızlar Başhanımın çevresini kuşattılar. Öfkeli bakışlar yerini bulsada elleri ona kalkamamanın öfkesiyle yumruk oldu.
DaRan bir an için korkuya kapılmıştı. Ancak bu insanların kandırılmış bir avuç topluluk olduğu o kadar aşikardı ki onlara karşı içindeki merhamet daha fazla çoğalmıştı.Yavaş adımlarla, şaşkın bakışların eşliğinde kendisini saran çemberin dışına çıkıp konuşmaya başladı."Beni iyi dinleyin. Sizin kandırılan bir topluluk olduğunuzu biliyorum. Ama eğer söylediğiniz gibi veliaht prens uğursuz olsaydı hastalık ona da bulaşmazdı. Onu kurtaran bendim yani bende uğursuz değilim. Onu iyileştiren ilaçtan size de getirdim. Eğer gönüllü birkaç kişi çıkarsa bu ilacı onların üzerinde deneyip şifa verdiğini kendi gözlerinizle görebilirsiniz."
İlaç geldiğini duyan bazı hastaların gözlerinde umut ışığı belirsede, ilacı getirenin kim olduğu gerçeği akıllarına gelince o ışık söndü gitti.Bazıları homurdanarak çadırlarına geçerken, bazılarıda hâlâ olduğu yerde öfkeyle genç kadını izliyordu.DaRan tam umutlarını yitirmek üzereyken kucağındaki yedi yaşlarında bir çocukla, yaşlı bir adam belirdi karşısında. Adamın hasta olmadığı belliydi ama anlaşılan çocuğunu bırakmamak için onunla birlikte gelmişti kamp yerine.Yaşlı adam çekingen bir şekilde yanlarına yaklaştığında yarı baygın yatan çocuğu göstererek "Onu iyileştirebilirmisin hanımım?"dedi.DaRan şefkatle çocuğun yüzüne baktı. Adamın kucağındaki çocuğa uzanıp kucağına aldı dikkatli bir şekilde. Yaşlı adamın onu kucağında taşımasına razı olmamıştı gönlü.Ho Yang'ın gösterdiği çadıra hep birlikte girdiler. Hazırda bekleyen yatağa yatırdı çocuğu.Yarım saat sonra hazırladığı ilaçtan önce yaşlı adama uzattı. Adam "Önce ona verin hanımım. O iyileşmeden olmaz." diye reddetti onu.
DaRan buruk bir tebessümle tekrar uzattı ilacı.
"Merak etmeyin bütün kampa yetecek kadar malzememiz var. Ama sizde hastalığa yakalanıp çocuğunuzu bir başına bırakmak istemezsiniz değil mi?"
"Torunum..."dedi yaşlı adam. DaRan anlamaz gözlerle ona bakınca yineledi sözünü.
"O benim torunum. Anne babası salgında hayatlarını kaybettiler. O benim tek dayanağım başhanım. Lütfen onu iyileştirin."
"İyi olacak...alın bunu. Ona da içireceğim şimdi."
Çocuğa ilaç içirirken çadıra birinin girdiğini hissedip arkasına döndü. Girişte duran kişi hem şok olmasına hemde sevinmesine neden olmuştu."Choe Hee..."dedi fısıltı halinde. Özlediği arkadaşı karşısında duruyordu. Başka birşey söyleyemeden arkadaşının kollarında buldu kendini.
"Buraya geldiğine inanamıyorum DaRan."dedi genç kız. Nasıl olur da korkmadan düşmanlarının arasına geldiğine inanamıyordu.
DaRan geri çekilip içten bir şekilde gülümsedi.
"Benim burada olmam normal ama sen ne arıyorsun?"
Arkadaşını böyle bir yerde görmeyi tahmin edemezdi.
Aklına gelen ihtimalle teni sapsarı kesilmişti.
"Se-sen hasta mısın yoksa?" Sesi alacağı cevabın korkusuyla titremişti.
Choe Hee kocaman gülümseyip, "Hayır bilemedin. Burada yemek bedava."deyip sarıldı arkadaşına.DaRan yalancı bir öfkeyle arkadaşının koluna vurdu. Onun ne kadar obur olacağını unutmuştu.Onlar sohbete dalmışken çadıra Ho Yang girdi. Choe Hee anında onun çekim alanına girmişti bile. Şapşal bir ifadeyle ona bakarken genç adamın buz gibi sesinden ürküp olduğu yerde sindi.
Ho Yang içeriye girince Başhanımı selamlayıp yanındaki kıza göz ucuyla baktı. Kaşları çatıp "Başhanım bu kız dışardaki muhafızları diliyle bezdirip içeriye girmiş. Umarım tanıyorsunuzduryoksa ona acımak istemeyeceğim bile." diye söylendi.
DaRan kıkırdayarak arkadaşına döndü. O ise çakmak çakmak gözlerini genç adama dikmişti."Doğru mu bunlar?"
Kız bilmiş ifadesini yüzünden silmeden burnunu havaya dikti."Hiçte bile. Ben onlara seninle gerçekten tanıştığımızı anlatmaya çalıştım. Belki çocukluk anılarımızdan fazlaca bahsetmiş olabilirim."
DaRan artık içinde tutamadığı kahkahayı dışarı salmıştı. Emindi ki arkadaşı onları hayata geldiklerine pişman etmişti. Bir müddet sonra zorlukla toparladı kendini. Hâlâ birbirine düşman gibi bakan iki çılgına döndü. O an aklından geçen tek şey bu iki delinin birbirine ne denli yakışacağıydı.
.........
Aradan geçen iki gün boyunca DaRan'ın yaptığı ilacın iyi yönde etki gösterdiğine kendi gözleriyle şahit olanlar yavaş yavaş tedavi olmayı kabullenmeye başlamışlardı. Genç kız yorgunluktan ağrıyan kollarını ovarak çadırına girdi. İçeride karşılaştığı manzara, korkunun eşiğine getirmişti onu. Kim bunu yapmaya cesaret edebilirdi ki..? Yaptığı ilaçlar yere dökülmüş, çadırda ne var ne yoksa darmadağın edilmişti. Yere eğildiğinde ensesinde hissettiği kılıç ile olduğu yerde kalakaldı.
Demirin soğukluğu tüm vücudunu ele geçirirken ardından duyduğu kelimeler tehlikenin kucağına düştüğünü fısıldıyordu adeta.
"Sakın kıpırdama Başhanım. Yoksa buradaki tüm çadırları yakarım!"
Bölüm Sonu