Savaş, öfkeyle odasına girdiğinde Nisa'yı peşi sıra sürüklemişti. Onu odanın ortasına doğru itip kapıyı kapattıktan sonra, sırılsıklam olmasını umursamadan öfkeli gözleriyle ona bakarak üzerine doğru yürümeye başladı. Nisa, az önce duyduklarına ek olarak dışarıda olanlar ve şimdi de bu odadaki öfkesi eklenince tamamen aklı karışmış bir haldeydi. Bu adamı anlayamayacağını biliyordu. Ne kadar denerse denesin bu adamı anlayamayacaktı.
" Sen telefonu neden evde bırakıyorsun?" diye bağırdığında Nisa korkuyla yerinde sıçramıştı. Bir yandan üşüyor diğer yandan korkuyordu. Yine onu ilk tanıdığında ki adama dönmüştü. O soğuk, acımasız Savaş Aksoy...
" Ben sana haber verdiğim için ihtiyacım olmayacağını düşünmüştüm. Bilemezdim o..." ancak bir anda Savaş'ın kendini sıkıca tutan elleri tarafından teslim alındığında cümlesi yarım kalmıştı. Korkuyla, kolundaki acıya rağmen gözlerinin içine bakmaya çalışıyordu. Ağlamamak için büyük çaba sarf ediyordu.
" Bir daha böyle bir aptallık yapmayacaksın duydun mu beni? Bundan sonra telefonsuz bir adım bile atmayacaksın. Anladın mı?" diye bağırıp Nisa'yı geriye doğru savurduğunda, ayağını yatağın kenarına çarparak acıyla inledi ve yatağın üzerine oturuverdi. Öfkeden ve endişeden hızını alamayan Savaş bağırmaya devam ediyordu. " Ne kadar merak ettim biliyor musun? O kazayı yapanın sen olduğunu sandım? Neden? Senin aptallığın yüzünden... Telefonunu alsaydın bunların hiç biri olmayacaktı."
" Neden endişelendin?" diye sordu Nisa ona bakmadan.
" Ne?" diye soran Savaş, oldukça afallamıştı. Bu soruyu beklememişti ve bu soruyu ne cevap vereceğini hiç bilmiyordu.
Ancak Nisa bakışlarını sonunda kendisine yönelttiğinde, tüm düşüncelerinin ifşa olduğunu hissetmeye başlamıştı Savaş. Sanki o ağlamaklı gözler, gözlerinden içeriye süzülüp aklında ne var ne yok hepsini okuyordu. Bunun olması sandığından daha fazla korkutmuştu onu. Savaş, korkmuştu. Korkmuştu çünkü bu kızın kendisinin bile kabullenmediği şeyleri anlamasını istemiyordu. Onun tuhaf bir kişiliği vardı. Başkalarına saatlerce anlatsa bile anlamayacağı şeyi sadece gözlerine bakarak anlayabiliyordu. İşte bu da onu tedirgin ediyordu.
" Benim için neden endişelendin? Başıma gelen felaketler neden seni endişelendiriyor? Senin mutlu olman gerekmiyor mu? Ölüp gitsem bu en çok senin işine yaramıyor mu?" derin bir nefes alıp bira daha cesaret kazandı ve ayağının sızısına aldırmadan ayağa kalktı. Bu kez sonuna kadar gidecekti. " Zaten bu evde geçici süreliğine kalmıyor muyum? Ben senin sahte karın değil miyim? Sadece soyadını verip, kendine zimmetlediğin biri değil miyim? Benim için neden bu kadar endişeleniyorsun?" diye bağırdı sonunda.
Ne diyecekti? Bilmiyorum mu? Yoksa hoşlanıyorum mu? Hayır, hoşlanmıyordu basbayağı âşıktı işte ona. Kontrolünü kaybedecek kadar âşıktı. Ona bir şey olduğunu düşündüğü o saniyelerde hissettiği o korkunun ağırlığı hala kalbinin üzerinde duruyordu. Ve uzun süre daha bu ağırlıktan kurtulabileceğini sanmıyordu.
" Cevap vermeyecek misin?" diye sordu bu kez alçak bir şekilde. Böyle susmasını istemiyordu. Konuşmaya cesareti varken her şey konuşulsun istiyordu. Eğer bu gün konuşamazsa bir daha bu denli cesur olabileceğini sanmıyordu. Bu gün yapmalıydı. Kendi aptal kalbine rağmen Savaş'ın kalbini görmeliydi. Sonradan bir hayal kırıklığı daha yaşamak istemiyordu. Şimdi kalbine bir set koymazsa bu kez onu toparlayamazdı. Çünkü bu kez tamamen yapayalnız kalacaktı. Şimdi durmalıydı.
Ancak Savaş'ın konuşmaya niyeti yok gibi görünüyordu. Öyle ki kendisine ifadesiz boş gözlerle bakmak dışında hiçbir şey yapmıyordu. Aslında bu bir nevi cevaptı Nisa için. Bir yerde de minnettardı. Onun ağır tahribatlı sözlerini duymaktansa böyle sessiz kalmasını tercih ederdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZOR AŞK SERİSİ_1 NEFRETTEN KALBE
RomanceEn büyük aşklar nefretle başlar... Kalbi nefretin ateşiyle yanıp kavrulan, kendi dışında hiç kimseyi umursamayan, bencil, kibirli ve tüm hayatını daha iyisi olabilmek için feda etmiş taş kalpli bir adam... Sevgi dolu bir yuvada büyümüş, sevgiyi tüm...