-21-
"Ve bir gün eskimeyen renkler bile eskidi, soldu. Bitmeyen aşklar son buldu, kimsesiz kaldı. Dayanılmaz acılar peyda oldu sahipsiz yüreklerde. Kadın adamı terk etti, adamsa hep çok sevdi. Bir an olsun vazgeçmedi onun hayalini kurmaktan. Sonra hayal, en acı biçimde gerçeğe dönüştü. Alevleri iki yaralı yüreği çepeçevre sardı."
Sabırsız geçen haftaların sonunda tekrar bilgi almak için kadının karşısında oturuyordu. Olumlu şeyler duyduğu için mutluydu Galip, ama Abdülhan Ağanın kendisini sürekli sıkıştırmasından ötürü de rahatsızdı aynı zamanda. Köşeye sıkışmış hissediyordu. Bir şeyler yapmazsa işler sarpa saracaktı, farkındaydı. Sadece ne yapabileceğini bilmiyordu. Şuan oğlunun tedavisi dışında hiçbir şey ilgilendirmemeliydi onu. Güzel ve olumlu şeyler duyduğu için sevinmeliydi. Ama olmuyordu işte. Yapmaya çalıştığı şeyin doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu düşünmekten iş göremez hale gelmişti. "Tedaviye ne zaman başlayacağız peki?"
Parmaklarını kenetlediği elleri masanın üzerinde duruyordu. "En yakın zamanda. Tabi tedaviye başlamamız kadar, Berk'in tedaviye yanıt vermesi de önemli, başından beri bunun ne kadar önemli olduğunu söylüyorum. Onu bu sürece hazırlamak da size düşüyor."
"Anladım." diyerek başını salladı Galip. Ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu ve kadının "Ona nasıl davranmanız gerektiği konusunda uzman görüşü almanızda fayda var." sözüyle umutlandı. Oğlu ciddi ciddi iyileşebilirdi, bir umut ışığı vardı. Tamamıyla bir iyileşme söz konusu olmasa bile hasarın en aza indirgenmesi mümkündü. İlk başlarda buna inanmamış, Asmin'le sürekli takışmıştı. Ama şimdi... Şimdi ona bir özür, bir de teşekkür borçluydu. İçinden geçenleri dışa vurmanınsa tam sırasıydı. "Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum Asmin. Bir de tabi özür dilemeliyim. Sen söylediğinde umursamamıştım, böyle bir detayın atlanabilmiş olabileceğine inanmamıştım. Ve sana kaba dav-"
"Önemi yok. Biz hasta yakınlarından bu tarz muameleler görmeye alışkınız."
Gülerek "Ağzının payını da veririm diyorsun." dedi. Konuşmasında alaycı bir ses tonu hâkimdi, konuşurken kendinden emin bir ifade takınıyordu ve bakışlarını Asmin'in gözlerinden ayırmıyordu. Onun solgun yüzü ürkütüyordu. Son gördüğünden de kötüydü. Kaşlarını çatarak "Hasta mısın sen?" diye sordu.
Genç kadın başını dosyalara gömerken "Hayır." cevabını verdi kısaca. Günlerdir ölüm orucu tutuyor gibiydi. Yalnızca su ve sabahları ayılabilmek için kahve içiyordu. İstese de midesine bir şey giremiyordu. Kimsenin ona acımasını istemiyordu. O, bunu hak etmişti ve kendini bu şekilde cezalandırıyordu. Cezasını sonuna kadar çekmeliydi.
"Ama hiç iyi görünmüyorsun."
"Sorun yok, iyiyim. Berk için söyleyeceklerim bu kadar, ben sizi daha fazla tutmayayım."
Kadının onu kendinden uzaklaştırmaya çalışmasını anlayışla karşıladı. "Peki." Bir şeyler olduğu kesindi, fakat Asmin bunu paylaşmamakta direniyordu. Haklıydı da. Onun hiçbir şeyi değildi ki. Aralarında herhangi bir yakınlık yoktu. Biraz durup düşündü. Büyük ihtimalle Azad'ın her şeyi öğrenmesiydi tüm sorunun kaynağı. Genç kadın her dakika, her saniye duvarlar örüyordu, mesafeler koyuyordu önüne. Ona ulaşamıyordu Galip, onu anlamaya çalışıyor fakat bunu bir türlü başaramıyordu. İşi bittiğine göre artık kalkmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırılmış Kum Saati ღBİTTİღ
General FictionGERÇEK BİR HAYAT HİKÂYESİNDEN UYARLANMIŞTIR. "Kefenime sarılı umutlarım vardı benim..." Kusurlu topraklara hapsolmak var bir de. Öte tarafta dönüşü olmayan bir bilet kesmek var aydınlığa. Ben seçimimi yaptım, kaçtım... Ve k...