-33/1-
"Mevlana der ki;
'Aşk, ateşten bir denizi mumdan kayıkla geçmektir. Yanıp kül olmadan asla geçemezsin.'
Ateşten bir denizde kavrulalı 14 yıl oluyor. Yıllar sonra sevdiğim adamı bulduğum halde ben halâ o mumdan kayıktayım. Bu aşk sınavını verebilecek miyiz, şüphedeyim. Ancak tereddütsüz bildiğim tek bir şey var, o da aşkımızın ve sevgimizin gerçek olduğu ve her engeli aşabileceği..."
Yaşanan hiçbir ana geri dönülmez, bunun farkındaydı Asmin. Ve bunun farkında olmak ona öylesine acı veriyordu ki... Bu acının hissiyatı dalgalar halinde gelirdi. Bu masalın sonu mutlu da bitse -ki bitmeyeceğinden bir o kadar emindi- bu ana tekrar dönemeyeceğini bilmek onu derinden etkiliyordu. Sevdiği adamın kollarındayken gözleri tavanda bakakaldı. Aniden "Ne düşünüyorsun?" diye soran adama döndü. Ne düşündüğünü söylemesi faydadan çok zarar sağlayacaktı. Onu tekrar üzmekten başka işe yaramayacağını iyi biliyordu. "Hiç..." diye geçiştirdi kadın. Şuan mutluydu, düşünmesi gereken de buydu. Hani bir söz vermişti, ne çabuk unutmuştu? Azad yanındayken kötü şeyler düşünmek yoktu. Felaket senaryolarını sonraya saklaması gerektiğinin farkına vardı. Onun kollarındayken düşünmesi gereken tek şey, sevdiği adama olan sonsuz aşkı olmalıydı.
"Her zaman kötü bir yalancı oldun."
"Peki, doğrusunu söylemek gerekirse şuan seninle geçen mutlu dakikalarımı kötü düşüncelerle kirletmek istemiyorum. Düşünmek istediğim tek şey sensin."
O gün dünyanın en mutlu adamıydı Azad. Hayatın acımasızlıklarına rağmen hak ettiği mutluluk yanında sere serpe uzanmış kendisini izliyordu. Onun parlak yeşil gözlerine bakıp gülümsedi. Genellikle soluk duran yeşilliklerini ilk defa böylesine ışıltılı görüyordu. "Benim için de senden başkası yok bu dünyada."
Hiçbir şeyden etkilenmiyormuş gibi davranmak zordu. Güçlü durmak, yıkılmadığını göstermek... Bunlar güzel olduğu kadar yorucuydu da. En az Asmin kadar o da endişeleniyordu. Kendisine veya bulunduğu statüye bir şey olmasından değil, sevdiği kadına zarar gelmesinden ölesiye korkuyordu. Bunu düşünmek bile midesine kramp girmesine sebep oluyordu.
Sabah kahvaltısında patates ve biber kızartması, tost, krep ve omlet vardı. Adam her şeyi afiyetle yedikten sonra dudaklarını peçeteyle hafifçe sildi. "Ziyade olsun." Telefonundaki cevapsız çağrılara göz gezdirdi. Zühre'den ne arama vardı ne başka bir haber... Gülümseyerek "Ellerine sağlık hayatım." dedi ve sofradan kalkıp babasının numarasını tuşladı.
"Efendim oğlum."
"Nasılsın baba?"
"İyiyim, sen? Demek bir baban olduğu aklına geldi ha? Güzel, güzel bu da bir gelişme."
Sözlerini gülerek bitiren babasına sırıttı adam. "Benimle uğraşmadan yapamıyorsun değil mi?" Onu arama sebebi aklına düştüğünde ciddileşti. "Aslında ben seni evdekiler için aramıştım. Nasıllar, iyiler mi?"
"Gayet iyiler."
"Buna çok sevindim. Ferhat okulu aksatmıyor değil mi?"
"Hayır, hususi olarak ilgileniyorum onunla." Bilal Ağa, sevdiği kadını yeni bulan oğlunun sesindeki mutluluk pırıltılarının farkındaydı. Ve tabi hasret gidermenin kısa sürmeyeceğinin de. Lakin o bir babaydı. Zühre'yle evliliklerinin hiçbir zaman gerçek olmadığını biliyordu, ama çocuklar son derece gerçekti. Üstelik çocuk aileyi birbirine bağlayan en önemli unsurken arkasını dönüp gitmesi söz konusu bile olamazdı. Zaten Azad da bunu biliyordu. Yalnızca aşk sarhoşu oğluna bunu hatırlatması gerekiyordu. "Ama çocuklar seni çok özlüyorlar Azad."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırılmış Kum Saati ღBİTTİღ
General FictionGERÇEK BİR HAYAT HİKÂYESİNDEN UYARLANMIŞTIR. "Kefenime sarılı umutlarım vardı benim..." Kusurlu topraklara hapsolmak var bir de. Öte tarafta dönüşü olmayan bir bilet kesmek var aydınlığa. Ben seçimimi yaptım, kaçtım... Ve k...