Kendimi her zaman boş hissetmiştim, ait olduğum ortama kavuşamıyormuş gibi. Evim, ailem, kardeşlerim herkes ve her şey bana yabancıydı.
Zaten evlatlıktım.
Gerçek ailem kimdi, neyin nesiydi, nerelilerdi bilmiyordum. Bu şimdiye kadar hiç umurumda olmamıştı da gerçi, onlar beni istemeyip bir yere bırakıp gittilerse peşlerinden ağlayacak değildim. Şu anki ailem bana öz çocukları gibi bakıyor, diğerlerinden ayırmıyor ve son derece korumacı davranıyorlardı. Beni seviyor, istediklerimi ellerinden geldiğince, bütçelerinin el verdiği kadarıyla karşılıyorlardı.
Peki neden kendimi oraya ait hissetmiyordum? En rahat olduğum zamanlar kitap okurken ve televizyon izlerkenki o uzandığım zamanlardı. Ama aynı zamanda en eksik hissettiğim zamanlarda o zamanlardı. Sürekli yana dönerek birine bir şey deme ihtiyacı duyuyordum, ama döndüğüm zaman gördüğüm kişi bana o kadar yanlış geliyordu ki bazen aklımı kaçırdığımı sanıyordum. Bazense yanımda kimse olmazdı.
Kitap okurken, televizyon izlerken ve kavga ederken kendimi inanılmaz hissederdim. Eksik ama inanılmaz.
Sanki iki farklı yaşam sürmüştüm ve bu üç olay diğer yaşamımda yaptığım davranışlarımdı.
Kesinlikle aklını kaçırıyorsun.
Çantama daha sıkı sarındım, öğretmenler zili çalalı iki dakika kadar olmuştu tuvalet boşalmıştı birkaç dakika sonra çıkıp gidecektim. O genci bir daha görmek istediğimi sanmıyordum. Bir yıl boyunca nasıl onunla aynı sınıfta duracaktım?
Birden kalbime o kadar büyük bir acı saplandı ki, iki büklüm oldum. Onu görmeme düşüncesi bana acı veriyordu, onu görmem hatta ona yapışık olarak gezmem gerekiyordu.
Ellerim saçlarıma gitti, lülelerimi sertçe çektim. Bu acı kalbimdeki acıyı geçmişti, inlememek adına dudaklarımı birbirine bastırdım.
Kendine gel, Asena! Kendine gel! Yeni tanıştığın biriyle kurduğun bu bağda ne?
Bilmiyorum.
Aptalca davranma o halde.
Gözlerimi sımsıkı yumdum. Kim iç sesiyle konuşurdu ki? Üstelik onu kontrol edemezdi? İçimde farklı birisi vardı. O ben değildim ama aynı zamanda da bendim. Bana ait bir parçaydı ama benim bilgilerimi, beynimi kullanarak düşünüp konuşabiliyordu.
O, ben olduğu kadar ben değildi de.
"Sanırım kusacağım." Diye fısıldadım. Ayağa kalkıp kabinden çıktım ve ayna da görüntüme bakmadan hemen kızlar tuvaletinden ayrıldım. Kendi yansımama bakmaya dayanamıyordum.
Deri ceketimi üzerime giymiştim, anahtarlarımın hala ceplerimde olup olmadığını kontrol ettim. Soğuk metal elime değince aklım yine yeni çocuğa kaydı. Karnım ağrıyordu, kimdi bu herif? Nereden tanıyordum onu? Anılarım öyle hızlı geçiyordu ki gözlerimin önünden neredeyse gerçeklikle olan bağımı koparacaktım.
"Hey." Diyen tanıdık ve bir o kadar da yabancı sesi duymamla kasıldım. "Okulu asmanın doğru olduğunu sanmıyorum."
"Bu seni ilgilendirmiyor, işine bak." Dedim yanından geçerken. Birden içimden öyle kuvvetli bir his geçti ki bunun onu gayette çok ilgilendirdiğini düşündüm. O kimdi ki?
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu arkamdan gelirken.
"Gezeceğim."
"Bende geliyorum."
"Hayır." Dedim birden ona dönerken. Zaten ondan uzaklaşmak adına gidiyordum. Bu adam beni dehşete düşürüyordu.
Kendimi hiçbir yere ait hissetmemiştim ve şimdi bu genç birden bana galaksideki tek güvenli kişi gibi görünmüştü. Onun olduğu her yer benim evimdi; daha doğrusu o benim evime açılan kapıydı, üzerinde benim evimden bir parça taşıyordu. O benim evimden bir parçaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prenses
FantasíaO, ejderha ırkının prensesi. Halkı tarafından ihanete uğrayarak tüm değişen yaşamı ve kaybettiklerinin intikamını almaya yemin etmiş bir Element Savaşçısı. Korumasına olan düşkünlüğü ve asiliği başına bir çok kez bela olmuş bir üçkağıtçı. Doğduğu a...