Bölüm 17: Gezegene Dönüş

30.7K 1.4K 109
                                    

Ejderha gezegeni.

Halkımın ihanet etmesiyle çıkan savaşta, korumamın güvende olmam için dünya isimli, insan denen yaşam formunun egemen olduğu gezegene yollayarak güvende olmamı sağlarken, iki asır boyunca ayrı kaldığım gezegen.

Benim gezegenim krallıklara ayrılmış durumdaydı. Toplam altı krallık vardı; Ateş Elementi Krallığı: en güçlü elementin krallığıydı. Korkulan elementin. Hava Elementi Krallığı. Su Elementi Krallığı. Toprak Elementi Krallığı. Karanlık Krallık: Gezegenimizin uydusu denilebilirdi, dünya'nın ay'ı vardı, gezegenimize bağlı ama içinde olmayan, gezegenimizin atmosferinin dışında, kendi atmosferi olan; tehlikeli ve güvenilmez ırkların yer aldığı ejderha gezegeniydi. Bir Element Krallığı olmadığından çoğu zaman Yer altı Ülkeleri diye de bahsedilirdi. Son olarak da... Benim krallığım vardı. Kusursuz, Dört Element Krallığı. En büyük krallık. En güçlü. Gezegenimizde ticaretin kalbi benim krallığımdaydı.

Ve ben de Isabella'ydım. Dört Element Krallığı ve tüm doğaüstü canlıların Prensesi. İki yüz elli yaşında ejderhaya dönüşeceklerden biriydim. Halk dönüşemezdi, sadece krallığın başındakiler, asiller dönüşebilirdi. Dört Element Krallığı asilleri de diğer krallığın asillerine göre daha büyük ejderhalardı.

Portaldan geçerken en azından genel şeyleri hala hatırladığım seviniyordum. Korumamın lanet büyüsü tüm hafızamın içine etmişti.

Gezegenime ilk ayak bastığımda hissettiğim his harikaydı. Hava da güç vardı. Gezegenimizin toprağının canlı olduğunu, büyülü olduğunu hatırladım. Dünyadaki havayla gezegenimin havasının arasındaki fark elle tutulacak derecedeydi. İlk nefeste hissettiriyordu saflığını ve gücünü.

Şoktan dolayı birkaç saniyeliğine dahi olsa tüm endişelerim tozla buz oldu. Jev'den uzaklaşarak ilerledim ve başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Geceydi ve yıldızlar elimi uzatırsam dokunabilecekmişim gibi bir his uyandırıyordu.

Gökyüzüne bakmayı kesip etrafa bakmaya başladım, savaşın boyu ne kadar şiddetli olursa olsun burada hiç hasar yoktu. Muhtemelen gezegen kendini onarmıştı. Göğe uzanan ağaçların güzelliği, renkli bitkiler ve farklı renklerde çiçekler başımı döndürmüştü.

Gezegenimde doğa ana baskındı. İnşaatlar yoktu. Biz doğayla iç içe yaşardık. Ağaçları asla kesmezdik, açıklıklara yerleşir ve ırklara da kendi alanlarını bırakırdık. Ejderha gezegeninde halkın varlığından haberi bile olmayan binlerce ırk vardı. Tabii Dört Element Krallığı prensesi olarak ben gezegenle barışık halde doğardım. Tüm ırklarla anlaşabilirdim.

Birkaç adım attım, havada olan toprak kokusu ve enerji tenimi okşayan, son derece tanıdık, yumuşacık eller gibiydi. Arkamı dönüp Jev'le muhafızlarıma baktığımda hepsinin rahat, mutlu ve duygulu gözlerle bana bakarken gördüm.

Gözüme ilişen bir hareketlilik dikkatimi çekince yine önüme döndüm ve ağaçların arasından bana bakan bir ırk fark ettim. Muhtemelen sadece ben görebiliyordum. Irkları, boyutları ne kadar olurlarsa olsunlar burnunuzun dibinde dahi olsa görünmek istemiyorlarsa göremezdiniz. Bana iri ışıl ışıl gözlerle baktı, ardından ağaçların gölgesinde ilerleyip bana daha yakın bir ağaçta durdu.

Gözlerindeki hayrete karşılık sırıttım. Beni tanımaması imkansızdı. Birçok açıdan hem de... Dış görünüşüm bile yeterliydi. Irk birden geri çekildi ve görüş alanımdan çıktı.

Hafifçe eserek uzun, uçuk renkli kabarık lülelerimin arasından geçen rüzgarın tenimde bıraktığını iz bile harikaydı.

Ağaçlarının tepelerinin arkasından görünen devasa Toprak Elementi Krallığı sarayına birkaç saniye baktıktan sonra oraya doğru zıpladım. Yer ayaklarımın altından uzaklaşırken metrelerce yükseldim, ağaçlık alanın tam ortasına indim. Düşüşümün hızı ve gücünden dolayı bir göçük bırakmıştım ama toprak hemen kendini onarmıştı. Tekrar zıpladım, bu kez saraya daha yakın bir yere inmiştim.

PrensesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin