Öfke damarlarımda beni patlama raddesine götürürcesine geziniyordu.
Gözlerimi açar açmaz doğruldum ve derin derin soludum. Gözlerim karanlığa saniyeler içinde alışırken puslu zihnim aydınlandı, gerçekleri fark etmenin getirdiği şaşkınlıkla öfkem geri planda kaldı.
O aptal Hain'e yapacaklarım da şekillenmiş olmuştu ama.
Gırtlağımdan yükselen hırıltıyla zıpladım ve ayağa kalktım. Yapış yapış olan kıyafetlerim üzerime bakma isteği uyandırdı. Gördüklerimde hiç hoşuma gitmedi. Bedenim de yatakta kan içindeydi, bu bana sadece zayıf olduğumu göstermişti.
Ben zayıf olmaktan nefret ederdim.
Yumruklarım sıkılırken sertçe yutkundum, bedenimdeki yaralar iyileşmişti, boğazımda iyileşmişti ama yaşananların intikamı alınmadan ruhum asla iyileşemeyecekti.
Odaya dikkat ettiğimde duvarın yerinde olmadığını, her yerin toz duman içinde olduğunu gördüm. Bu beni zerre etkilemedi. Jev ve yanındakiler, tahminimce muhafızlar içeri girmiş olmalıydı.
Dilimi şaklatarak parçalanmış pencereye ilerledim ve hiç durmadan koşarak duvarda bir delik açıp ikinci kattan aşağı atladım.
Kim olduğumu hatırlıyordum. Hafızamdaki savaş ve başka birkaç anım daha vardı ama en azından kim olduğumu, nereye ait olduğumu biliyordum.
Ben, Isabella'ydım. Ejderha ırkı tarihinde tek dört elemente birden hükmedebilen ejderha. Ejderha gezegeninde en büyük element krallığının varisiydim. Dört Element Krallığı'nın ve tüm doğaüstü canlıların prensesiydim.
Sert adımlarla ilerlemeye başladım, korumamla aramdaki bağa odaklanarak göğsümde sıklaşan halatı takip ettim. Jev'le aramdaki bağ epey kullanışlı oluyordu bazen. Ondan saklanmak istediğimdeyse... tam bir fiyaskoydu. Her seferinde yakalanırdım.
Kirpiklerimi kırpıştırdım ve ağrıyan başımda olayları çözümlemeye başladım.
Savaş hatırlıyordum. Jev beni dünyaya yollamıştı... Peki kaç yıl olmuştu? Anne ve babam iyi miydi? Krallığım, gezegenim ne durumdaydı? İşler yolunda mıydı?
İçimdeki karanlıkta bir şeyler oluştu. Ejderhalarda, Element Savaşçısı olmak önemli bir şeydi ve epey zor bulunurlardı. Elementler yalnızca bazılarını seçerdi. Seçilenlerde muhafız olarak gezegene, krallığa hizmet ederlerdi. Bazılarımız elementinin alanı doğrultusunda yalnızca bir çiçeğin açmasını sağlayabilirken, bazılarımız bir gezegeni patlatabilirdi.
Öngörülenlere göre ben düzinelerce gezegeni parçalayabilirdim.
Element Savaşçısı olurken elementle birlikte enerji de gelirdi. Element Enerjisi yalnızca elementini kullanmada işine yaramakla kalmıyor; portal açabilmende, zihin okuyabilmende, karşındakini büyüleyebilmende, zihin kontrolü yapabilmende ve bunlar gibi birçok yeteneği kullanmanı sağlıyordu.
İçimde elementlerimin enerji kalkanı belirdi. Soluk renkli kalkanın altındaki sis beş renkteydi; beyaz, kırmızı, siyah, kahverengi ve mavi. Beş farklı renkteki sis karman çorman şekilde düzgünce süzülüyordu.
Ağaçların arasında hızla koşmaya başladım, nereye gitmem gerektiğini biliyordum. Güçlerim tam olarak oturmamış dahi olsa bazı şeyler tamamdı. Kalbimden başlayarak bedenime yayılan karıncalanmayla giysilerim bir saniyelik duygu karmaşasının arkasından değişti.
Daha da hızlandım, bedenim gerçek kimliğimin uyanmasıyla da değişmişti. İnsanların koşamayacağı kadar hızlı, sahip olamayacakları kadar güçlü, kendilerine zarar vermeden yapamayacakları kadar çeviktim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prenses
FantastikO, ejderha ırkının prensesi. Halkı tarafından ihanete uğrayarak tüm değişen yaşamı ve kaybettiklerinin intikamını almaya yemin etmiş bir Element Savaşçısı. Korumasına olan düşkünlüğü ve asiliği başına bir çok kez bela olmuş bir üçkağıtçı. Doğduğu a...