Fark ettik mi hiç her şeyi kaybettiğimizi? Aslında gerçekten kaybediyor muyuz yoksa biz sadece kaybetmeye alıştığımız için kaybettiğimizi mi sanıyoruz? Ve belki kaybettiğimizi sandığımızdan, bizi bekleyen bir sürü şansı, insanı, kaybettiğimizi sanıp yok sayıyoruz. Aslında biz reddediyoruz haberimiz olmadan? Onların bizi reddettiğini sanarken, aslında biz onları yok sayarak kırıp, parçalayıp, yıkıntılarla reddediyoruzdur?
Ama umutsuzluk o kadar çökmüş ki içimize, ruhumuza işlemiş tıpkı. Annesinin elini şiddetle bırakmayan, o ele uzanmak için kolunu iyice yukarıya kaldırması gereken bir küçük kız gibi, umutsuzluğumuza da öyle bir tutunmuşuz ki biz, mutlu yaşayamıyoruz. Mutluluk biraz fazla, biraz saçma geliyor bize. Ama en çokta böyle hissetmek için sebeplerimizin oluşu, yerlere savuruyor bizi. Artık duvarlara bile haykıramıyoruz acımızı.
Beyefendi, haykıramıyorum.
Sizi çok sevdiğimi söyleyemiyorum evet, siz de benim sevgime oranla beni bir o kadar kırmış ve bundan zevk almış gibisiniz. Siz benim canımı yaktınız, yakıyorsunuz. Madem sizi sevdiğimi söyleyemiyorum, neden bu kadar acıma rağmen size hâlâ küfür edemiyorum? Ben sizi kaybettim. Artık bunu hücrelerime kadar hissediyorum, hissettiriyorsunuz.
Ve ben sizi kaybederken, kayboluyorum. Beni ya karanlığınıza çekiyorsunuz siz, ya da ben sizin karanlığınızı bulmaya çalışıyorum. Bundan hâlâ emin değilim. Hâlâ evime nasıl giderim, kalbimi kendine nasıl getiririm, bilemiyorum. Ki zaten bu kalbi sizsiz bırakmak istiyor muyum, muamma.
Nokta Bey, kalbim yoruldu artık. Ayaklarım hâlâ size koşuyor ama kalbim durmuş gibi. Git der gibi.
"Bırak gitsin, ben artık savaşmak istemiyorum."
Ve ben ne kalbimi dinleyebiliyorum, ne de beynimi.
Size kötü bir haberim var. Saçlarımı kaybettim. Ben, bu aralar hayatımı kaybetmiş gibiyim. Aslında gibi de değil, kaybettim, kaybetmişim.
Hissedemiyorum, benliğimi. Size koşmaktan yorulmuş ayaklarımı, size yazan ellerimi, sizi göremeyen gözlerimi ve sesinizi işitmeyen kulaklarımı. Sizi seven kalbimi ne hissedebiliyor, ne de hissetmeden durmak istiyorum. Kalbim, beni sevmeyen kalbini özlemiş. Ve böylece bende beni sevmeyen bir kalbi seviyor, onu arzuluyorum.
Nokta Bey, sizi tanıyorum. Yalan söylemeyeceğim, bilirsiniz, sizi hiçbir zaman kötülemek istemem. Siz de beni aslında bir o kadar tanıyorsunuz. Ben, bir tek sizin yanınızda kedi gibi sakin ve sevgi arayan bir karaktere bürünüyorum. Bunu sizde biliyorsunuz, hatta size sığınmamda hoşunuza gidiyor. Kendinizi gerçekten sevilen bir erkek olarak görebiliyorsunuz. Böyle hissettiğiniz ve böyle davrandığım için de mutsuz ve üzgün, ya da kırgın değilim size. Aksine bu daha da çok hoşuma gidiyordu benim. Sığınabileceğim bir Nokta vardı hayatımda.
Sonra o Nokta beynim oldu. Kalbimi işgal etti. Savaşta beni mağlup edip, topraklarımdan çekip gitti. Virgül olarak, dağıldığımla kaldım. Artık saçlarımla oynayan bir Nokta, olmayan yanaklarınla dalga geçen bir Nokta yoktu. Saçlarım gitti, ve siz gittikten sonra fiziksel olarak da çok fazla yok oldum. Zaten olmayan yanaklarım, artık sadece çene ve elmacık kemiklerimi belli ediyor, pörsümüş kadınlar gibi yaşlı bir görüntü çıkarıyordu ortaya. Bu da, yemek yiyemediğimdendi. Kendimi hastalıklı hissediyorum Nokta Bey. İnsanlara göre siz gittikten sonra psikolojim iyice bozuldu, kendimi tutamıyor ve saldırgan davranıyorum. Halbuki o kadar sessizim ki. Dudaklarım sadece su içmem için yaratılmış gibi.
Artık bacaklarım bile sevgimin ağırlığını kaldıramıyor gibi, yürürken dengemi bile kaybediyorum ara sıra. Acaba, ölüyor muyum?
Ah, özür dilerim. Tam bu kelimenin üzerine düşen gözyaşı hiç hoş durmadı bu kadar normal giden bir sayfada. Her neyse Nokta Bey. Ben biraz hayatımdan bahsetmek istiyorum size. Siz benim olmayan arkadaşım olun. Aslında arkadaş olamayız biz sizinle ama, şimdilik öyle görün.
Okulu bırakmayı planlıyorum. İyice kendi kendime yaşayacak, biraz daha sizinle hastalanıp, öleceğim. Tam olarak yaşam projem bu. Aslında tam öyle sayılmaz ama, su içmek ve uyumak dışında ki en önemli bahsedebileceklerim bunlar. Ha, bir de gittiğim psikiyatri. Bana verdiği ilaçların dozunu arttırdı. İçmiyorum, ama içmem gereken ilaçların çekmecede duruşu resmen koleksiyon gibi. Nokta Bey, ben buralardan çok uzaklara gittiğimde, uçamayan ve yüksekten korkan biri olarak, gökyüzünde ölü bir ruh olarak yerimi aldığımda, ilaçlarımın olduğu çekmeceyi açar mısınız? Ve hatta şu an, bunu tam okurken siz. Orada, hiçbir şey bulamayacaksınız size olan sevgimden. Her hücremi sarmış sevgi, bir tek o çekmeceyi sarmadı. Sebebi biraz siz, biraz ben, biraz o ilaçların laneti, biraz da aptal bir doktora denk gelişim.
Büyükler hep "sev" derler. Bu doktor bana sevmeyi yasaklıyor. Özellikle sizi sevmemi. Şizofren olduğumu düşünüyor artık sizi hiç görmediği için. Hayali bir eski sevgiliden, hayali bir Nokta'dan bahsettiğimi sanıyor. Şizofren olmadığımı her söylediğimde, bir ilaç reçetesi daha elime tutuşturuluyor artık. Yine olan, eczane de harcadığım paralara oluyor.
Artık oraya da gitmek istemiyorum. Beni kendilerince mutlu etmeye çalışıyorlar ama bana hasta damgası vurmak dışında yaptıkları tek şey yok. "Beni mutlu etmiyorsun aptal herif, bana sadece bütün ilaçları birden ağzıma atıp ölmem için şans veriyorsun. Hastalığımı değil, zaten benim gibi yeni bir hastalığın teşhisini koyamıyor, bana iyice seni öldürmem için fırsat veriyorsun." Diyemiyorum.
Çünkü biliyorum, ilaçlarla ölmek istemiyorum. Klasik bir ölüm gibi, yatağımın üzerinde, elim de ilaç kutusu, ölmek için savaşıyorum. Bu, bana çok gülünç bir ölüm gibi gelmeye başladı. Ben sanırım gerçekten hasta hissediyorum. Kendimi iyi birisi olarak göremiyorum artık Nokta Bey. Kimseye bir kötülüğüm dokunmadı ama, kendime çok kötülük yapıyorum gibi geliyor.
"Aşkından ölecek misin?" Derler ya sevenlere, dalga geçer gibi.
Ben öleceksem, aşkımdan ölmek istiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VİRGÜL
Chick-LitBak şimdi, sen bir noktasın. Her zaman nerede bitireceğini biliyorsun. Ne söylemen gerektiğini, tekrar başlayacak yeni bir cümlenin ne olduğunu bilebiliyorsun. Ben, virgülüm. Cümleyi bitiremiyor, sadece nerede durulması gerektiğini belirtiyorum. Ben...