Affetmek çoğu zaman erdemliktir derlerdi. Benim affedişim erdemlikten değil de Simge'ye hak verişimden dolayıydı. Hem affetmeme gibi bir şansım var mıydı ki? Eve gidene kadar onların yanında olmaktan başka çarem yoktu. Ayrıca Simge'nin o bakışlarına karşın irademin sağlam kalması da çok güçtü.Mutfağa inerken iştahsızlığım hâlâ devam ediyordu fakat içsel grevim bittiğinden bir şeyler yiyebilirdim. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde Aytun'u ocak başında bir şeyler karıştırırken buldum. Yemek mi yapmıştı? Siyah, uzun kollu, ince kazağının kollarını sıvamış, omzuna da sarı renkli bir havlu atmıştı. Tüm dikkatini önündeki tencereye vermiş, titizlikle karıştırıyordu. Bu normal hali karşısında ne yapacağımı bilemeden kapı pervazına yaslandım, aklımdaki tüm düşünceler de duraksamaya yüz tutmuş gibiydi.
"Orada beklemek yerine niye masaya geçip yemek yemiyorsun? İşlerim için tüm gün seni bekleyecek değilim. Bir an önce zıkkımlan ki gidelim."
Gözlerimi devirerek masaya geçtim. Her zamanki öküz erkek tavırları devam ediyordu. "İnsan bir özür diler!" dedim sesimi duyabileceği kısıklıkta.
"Ne için dileyecekmişim?"
"Hani bana yalan söylediniz, kandırdınız ya..."
Başını kaldırmadan yalnızca gözlerini bana çevirdi. "Ee?"
"Bir özür bekliyorum," dedim. Normal bir insanın yapması gereken Simge'ninkiler gibiydi ama unuttuğum büyük bir ayrıntı vardı. Karşımdaki kişi Simge değil, onun kötü ikizi diye adlandırabileceğim Aytun'du.
"Ona bakılırsa ben de bir teşekkür bekliyorum."
"Ne içinmiş?" dedim şaşkınca.
"Sonuçta büyücü olduğunu benim planım ortaya çıkardı. Bir teşekkürü hak ettiğimi düşünüyorum." Kayıtsız tavırları onu öldürme isteğimi kuvvetlendirirken tenceredeki şeyi -tuhaf bir yemekti- tabağa koydu ve masaya yaklaştı. Tabağı koyduğunda masanın diğer ucundaki boş tabak dikkatimi çekti.
"Sana asla teşekkür etmem," dedim.
"O halde ben de özür dilemiyorum ve bu konu burada kapanıyor," deyip çenesiyle tabağı işaret etti. "Hadi ye. Günlerdir ağzına hiçbir şey sokmadın."
Benimle ilgili bu detayı bilmesi şaşırtsa da onun evinde olduğum ve o bir kontrol manyağı gibi gözüktüğü için yadırgamadım. Yaptığı yemeğin tadına baktığımda lezzetli olduğunu fark ettim. Ona eline sağlık demem gerekirdi normal şartlarda ama demedim. Onun yerine günlerdir isyanda olan mideme, aniden açılan iştahımla Aytun'un deyimiyle bir şeyler soktum.
Yemeğimiz biter bitmez Aytun ayaklandığında, "Üzerimi değiştireceğim," dedim.
Kol saatini kontrol ederken, "Tamam ama acele et," dediğinde başımı sallayarak sakince ayağa kalktım ve mutfağın çıkışına ilerledim. Bugün hiç acele edesim yoktu ve eğer Aytun'dan bir özür alamıyorsam en azından onu sinir edebilirdim. Sinsice gülümserken oyalanmak için neler yapabileceğimi tarttım ve kafamda ufak bir plan oluşturdum.
Öncelikle duşa girip suyun altında epey vakit kaybetmiştim. Parmaklarım buruştuğunda biraz fazla abarttığımı düşünerek durulandım ve mor bornoza sarınarak koridora çıktım. Başımdaki havluyu düzeltirken aniden önümde beliren Aytun, feci öfkeli bir şekilde bana bakıyordu. Hali kızgın boğaları andırıyordu, dudaklarımın kıvrılmasını zorlukla bastırdım ve nazikçe, "Bir şey mi oldu?" dedim.
Hayretle solurken başını salladı. Bu yaptığıma inanamıyor gibiydi. "Sana acele etmen gerektiğini söyledim ama sen gidip duşa mı girdin, Ayliz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY DÜĞÜMÜ
FantasyArkeolog olan Ayliz hayatının en büyük hedefini gerçekleştirmek üzere başına neler geleceğini bilmeden Mısır ülkesinde bir piramidin içine girer. Her şey olağan bir şekilde ilerliyordu. Ta ki Ra'nın gözünü bulana kadar... Onu kendi dünyasından ala...