Gün doğumu, günün açık ara en sevdiğim saatleriydi. O dakikalarda elime sıcak kahvemi alır, odamdaki pencerenin önüne kurulup gökyüzünün renkten renge girmesini izlerdim. Günün en sakin saati olmasının verdiği huzurla aklımdan geçen tüm düşünceleri birbiriyle karıştırırken suskun kalırdım, sadece zihnimdekileri konuştururdum. Buraya geldiğimden beri bu eylemi yapamamıştım daha, ancak bu gece yapacaktım. Hem Elbi'nin bahçesinden güneşin doğuşu daha güzel izlenecek gibiydi.Yataktan yorgunca sarkıttığım ayaklarıma ayakkabılarımı geçirdikten sonra odadan sessizce çıktım ve kimseyi uyandırmadan güç bela mutfağa ulaştım. Kendime hızlıca bir kahve hazırladıktan sonra bahçeye çıktım ve kapının yanındaki banka oturup dizlerimi kendime çektim. İşte şimdi rahattım.
O akşamki saldırı bir şekilde önlendikten sonra geçen iki günde Ian, şehir üzerindeki tahribatı yok etmeye çalışmış, bu yüzden de zamanının çoğunu ev dışında geçirmişti. Bir türlü yan yana gelememiş, onunla konuşmak için gerekli fırsatı yakalayamamıştım. Eğer birkaç dakika bile görebilseydim Nigraların arasındaki kadının kim olduğunu sorup bir şeyler öğrenmeye çalışacaktım.
Simge ve Elbi'den öğrendiğim kadarıyla Ian, şehrin yağmalanan kısımlarındaki hasarları düzeltip halkı sakinleştirirken aynı zamanda öldürülmeyen birkaç Nigra'yı sorguluyordu. Simge'ye onlara ne olacağını sorduğumda, bilgi edindikten sonra öldürüleceklerini söylemişti. Olanlardan dolayı tedirgindim çünkü Nigralardan biriyle tek başıma karşılaşsam sonumun ölüm olacağını çok net anlamıştım. Bir de salak gibi Ruhlar Şehri'ne gittiğimde onlardan yardım istemeyi düşünmüştüm. Artık emindim, beni dinlemek yerine karşılarına çıktığım ilk anda yok ederlerdi. Aytun, beni o gün durdurmasaydı olabilecekleri düşünmek bile istemiyordum.
Aklım yine onunla ilgili bir şeye kaydığında gözlerimi sıkıca yumdum. Zihnimin çözülmesi en zor düğümü hiç şüphesiz onunla alakalı konulardı. Sorguluyordum, hem de hiç durmadan... Beni buraya gönderişinin bu kadar üzmesinin sebebini, kendi içimde iki gündür öyle çok sorgulamıştım ki artık başıma ağrılar giriyordu. Her düşüncemin sonucunda mantıklı bir cevaba ulaşamayınca sinirlenip kendimi eğitimlere adamıştım. Simge'nin hızlandırılmış eğitimine aksatmadan uyarken şimdiden birçok büyüyü yapabiliyordum.
Dalgınca etrafı seyrederken duyduğum adım sesleriyle başımı hızla çevirdim ve bahçeye giren Ian ile kesişti gözlerim. Yorgun duruşunun aksine dudaklarına küçük bir tebessüm yayılırken yanıma geldi ve başımda dikildi. "Bu saatte ne yapıyorsun burada?"
"Uykum kaçınca hava almak istedim," diye cevap verdiğimde yanıma oturdu.
"Ben de tapınaktaydım tüm gece. Nigraların sorgusunu bitirdim," dedi.
Dizlerimi indirip ona doğru dönerken, "Bir şey sorabilir miyim?" dedim. Başını hızlıca salladı ve kahverengi gözleri merakla parladı. "Saldırının olduğu gece bir kadın vardı. O kimdi?"
"Sophia'yı diyorsun. O Nigraların lideri. Kendi deyimiyle kraliçesi. Tüm Nigralar onun emrindedir, ondan gizli hiçbir şey yapamazlar, Ruhlar Şehri'ni terk edemezler." Kaşları çatılır gibi olduğunda devam etti. "Neden sordun? Bir şey mi oldu yoksa?"
"Hayır, bir şey olmadı. Sadece merak ettim," dediğimde tereddütle başını salladı.
"Sophia çok tehlikelidir."
"Bir Nigra olması bile tehlikeli olması için yeterliyken kraliçeleri diyorsun. Tehlikeli olduğuna emin oldum."
Ian, sözlerimin üzerine gülerken, "Uykun var mı?" diye sordu. Başımı iki yana sallayarak cevap verince ayağa kalktı ve "Simge bugün yapacağınız eğitimin konusunu söylemişti. İstersen bu dersi ben vereyim sana," dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY DÜĞÜMÜ
FantasyArkeolog olan Ayliz hayatının en büyük hedefini gerçekleştirmek üzere başına neler geleceğini bilmeden Mısır ülkesinde bir piramidin içine girer. Her şey olağan bir şekilde ilerliyordu. Ta ki Ra'nın gözünü bulana kadar... Onu kendi dünyasından ala...