Bahçede oturmuş bütün okul, okulumuzda düzenlenen basketbol turnuvasının final maçını izliyorduk. Havalar güzel olduğu için spor salonu yerine bahçedeki sahayı tercih etmişlerdi. Karşılaşma için dersler iptal edilmişti ve biz de bunun tadını çıkarıyorduk. Açıkçası eğlence bir tarafa gerçekten çekişmeli geçen bir maçtı. İki takımda da okulun en iyi basketçileri vardı. Sahanın etrafında ki tribünlerden en önde oturuyorduk çünkü Kris'in takımı ve doğal olarak Kris'te oynuyordu ve uzun boyu gerçekten işine yarıyordu. Bu çocuk doğuştan yetenekliydi.
"Aaaaaaaaaaaaa..."
Karşı tribünden yükselen hayal kırıklığı ve hayıflanma arası sesin sebebi kaçırılan üçlüğün sonucuydu. Ayrı takımı tutanlar yan yana gelince kavga çıkarttıkları için böyle bir çözüme başvurulmuştu.
Ben dikkatle maçı izlerken yan taraftan gelen tanıdık melodiyle kafamı oraya çevirdim. Sehun'un telefonu çalıyordu. Baktığımı fark edince telefonu bana çevirerek kimin aradığını gösterdi ve telefonu açacak uygun bir yer bulmak için bana gülümseyip ayağa kalktı. Yavaş yavaş ilerlerken gözüm onda takılı kalmıştı. O farkında mıydı bilmiyorum ama telefonla konuşurken edindiği alışkanlıklar vardı ve ben her seferinde bunları büyük bir keyifle izliyordum. Tıpkı şimdi olduğu gibi.
İlk olarak telefonda konuşurken kesinlikle iyi bir şey de olsa kaşları çatılıyor.
İkincisi karşı tarafı dinleyip konuşmadığı zaman yanağının içini ısrıyor, dudaklarını büzüyor.
Üçüncüsü ise telefonu tutmayan eli her zaman ensesinde oluyor.
Dördüncü ve son olarakta asla ama asla telefonda konuşurken sabit duramaz. Sokaktaysak yürür, odadaysak dolanıp durur ve eğer oturmak zorundaysa bacakları kendiliğinden titremeye başlar. Mesela ben kucağında yatarken bu çok oluyor. Sayesinde yüzlerce hücrem ölse de bacaklarına kafamı koyup uyumayı çok sevdiğim için sesimi çıkarmıyorum.
Tribünden indikten sonra kulağına götürdüğü telefonu, ensesine götürdüğü eli, yanaklarını ısırdığı için büzülen dudakları ve çatılan kaşlarıyla çok tatlı görünüyordu, ta ki şu son alışkanlık olanı da uygulayıp gözden kaybolana kadar. Okulun arka bahçesine girerken abisiyle konuşmaya devam ediyordu. Gözden kaybolan sevgilimle dikkatimi tekrar maça verdim.
Hâla çok çekişmeli geçen maçta sayılar sürekli değişiyor sonucu kimse bir türlü kestiremiyordu. Ben de dahil. Yavaş yavaş sona yaklaşırken nefesler tutulmuş, neredeyse beş yüze yakın öğrencinin hiç birinden tek bir çıt bile çıkmıyordu. Sahada seken top ve aralarında konuşan oyuncular olmasa okulda hayatın durduğu zannedilebilirdi.
----------------
Sehun gittikten sonra on dakika geçmişti ve biz son bir dakikanın içine girmenin heyecanıyla oturmayı bırakmış, sonucu ayakta bekliyorduk. Sahi Sehun neredeydi? O telefonda konuşmaktan hoşlanmaz ki. Hem de bu kadar fazla. Acaba bir şey mi oldu? Abisiyle bu kadar uzun ne konuşabilir ki? Neyse gelir birazdan.
Ben düşünmekle meşgulken çoktan sahada son terler dökülmüş, top sekmekten vazgeçmişti. Kazanan kim mi?
Duymamış olayım lütfen. Tabi ki de biz kazandık. Hıh ne sandınız. Lan harbi harbi biz kazandık. Ne tutuyorsunuz beni? Benim gidip arkadaşlarımla saçma sapan sevinç dansları yapmam lazım.
İç sesime göz devirip koşarak sahaya indim. Hep beraber çığlık atıp zıplıyorduk. Kris bile zıplıyordu ki o boyla bir de zıplayınca üç metre oluyordu pislik sırık. Chanyeol deseniz o da aynı.
"Aaaaaaaaaaaaaaa!"
Bir anda duyulan tiz çığlıkla herkes hareket etmeyi kesti ve sese kulak verdik. Kızın biri bağırıyordu ama neden bilmiyorduk. Biraz sonra gelen ikinci çığlıkla beraber herkes sesin geldiği yere doğru koşmaya başladı. Ben de peşlerinden koşuyordum. Birden tökezledim. Yere düşeceğim sırada birinin belimden tutmasıyla kafamı kaldırdım. Chanyeol korkulu gözlerle bana bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
APRIL
FanfictionTutunduğum dallar birer birer kırılırken, çaresizce düştüm cehennemine. Keşke biraz daha yaksaydın...