Hiç Kimse...

2.3K 118 217
                                    

Güncellendi : 27 Nisan 2017

Beraber çok az zaman geçirebilmiştik. Ben S.B.D'lerime çalışıyordum, o ise ya Dumbledore ile buluşuyor ya da Snape ile cezaya kalıyordu.

Eğer bilseydik, o az zamanları en iyi zamanlar yapardık.

****

O gece eve geldiğimi hatırlıyorum. Olan her şeyden sonraki ilk gece.

Hogwarts'ın yeniden inşa edilmesinden önce dinlenmek üzere eve gönderilmiştik. Geldiğimizde gece yarısı civarıydı. Hiçbirimiz bir şey yapma modunda değildik. Ne de birbirimizle konuşma modunda. Rahatlatma çabalarına girmedik çünkü işe yaramayacağını biliyorduk. Bu yüzden direkt yatmaya gittik.

Bacaklarım beni zorlukla odama taşıdı. İçeri girer girmez yatağıma çöktüm. Karanlık, sessizlik ve çaresizlik beni karşılamıştı. Hala aynı kıyafetleri giyiyordum.

Orada saatlerce yattığımı hatırlıyorum uykumun gelmesini dileyerek. Ama biliyordum, eğer uyusaydım kabuslar tarafından cezalandırılacaktım. Ve uyandığımda kimse yanımda olmayacaktı.

Bana sarılmayacak, alnımı öpüp beni sevdiğini ve beni rahatlatacak şeyler söylemeyecek, sevimsiz espriler yapıp beni gülümsetmeyecekti. Ve asla da gelmeyecekti.

Ara sıra uyumak için gözlerimi yumuyordum ama işe yaramıyordu. Yaramasını istemiyordum.

Bir süre sonra sabah olmuştu. Yorgunca aşağıya yürüdüm. Gözlerim kızarık ve şişkindi, hala ağlıyordum.

Mutfağa gidince annemi orada gördüm, her zamanki gibi. Ama bu sefer farklıydı. Elinde asası ve üzerinde önlüğü ile mutfakta telaşla koşmuyordu. Herkesin iki defa yediği lezzetli yemekler yapmıyordu. Hayır. Oturmuş ağlıyordu.

Konu aile olmadığı zamanlar nadiren ağlardı annem. En son Dumbledore'un cenazesinde ağladığını görmüştüm. Ama bu, ondan da kötüydü. Çok çok beteri.

Gözleri benimkiler gibiydi. Saçı kıvırcık, kıyafetleri buruşmuş, yanmış ve kirliydi.

Beni gördü, ayağa kalktı ve sıkıca sardı. Bu kez ben de ona sarıldım. Göz yaşları saçımı ıslatıyordu ama umursamadım. Benimkiler de onun tişörtünü ıslatıyordu.

Nihayet hıçkırıklarımız biraz daha dindiğinde geri çekildi ve bana baktı. "Biraz daha iyi misin?" diye sordu. Sesi çatlaktı. Boğazım acıyordu bu yüzden sadece başımı salladım. Boş yere sorulmuş bir soruya yanlış bir cevaptı.

Birkaç dakika daha oturduk orada. Ben masanın üzerinde yatan ellerimi, annem ise şüphe ile beni izliyordu. En sonunda sessizliğini bozdu.

"Dün gece hiç uyudu mu?"

Sesime güvenmiyordum. Sanki konuşunca sesim titrek çıkacak ve tekrar ağlamaya başlayacak gibiydim. Sanki aylarca susuz kalmış gibi yanıyordu boğazım. Kuruydu ve acıyordu. Konuşunca göz yaşlarım ile yaptığım bariyer yıkılacak ve gözlerimdeki acıyı görecek diye korkuyordum. Başımı iki yana salladım.

"Al tatlım." dedi buzdolabında giderken. En sevdiğim turtanın geri kalanından bir parçayı bana uzattı. "Odana git. Orada istediğin kadar kalabilirsin, tamam mı?"

Yine sadece başımı salladım. Asasını salladı ve turtayı ısıttı. Artık konuşmam gerektiğini düşünmeye başlamıştım.

"Te-" Sesim çatallı ve titrek çıkınca duraksadım. Fısıldayarak denedim. "Teşekkür ederim." Bu kez başarmıştım.

Bana solgunca gülümsedi. Ben de ona aynı şekilde karşılık verdim. Güçlü durmaya çalıştım ama göz yaşlarım yavaş yavaş bana ihanet etmeye başlıyordu.

Yavaşça merdivenleri tırmandım ve odama doğru gitmeye başladım. Sonra hıçkırıklar duydum. Nereden geldiğini çok iyi biliyordum. Ve bilmek beni daha da mahvediyordu. Fred ve George'un... yani George'un ,artık, odasından geliyordu.

Dün gece o da, tıpkı benim gibi diğer yarısını kaybetmişti. Suç ortağını, muzipliklerini tamamlayanı...

Yanına gitmeli miyim diye uzun bir süre düşündüm. Belki de yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Tıpkı benim ihtiyacım olduğu gibi. Yoksa Aslında ağlayacak birine mi, bir omuza mı ihtiyacı vardı. Tıpkı benim ihtiyacım olduğu gibi.

Yavaşça odaya doğru yürüdüm. Tıklama ihtiyacı hissetmedim. Kapıyı aralarken çıkardığım sesi duyarak kafasını kaldırdı. Yere oturmuş, Fred'in kazağına sarılmıştı. Ben bölmeden önce yüzünü elleri ile kapamış ağlıyordu.

Bundan önce abimi birçok kez üzgün görmüştüm. Hatta birkaç defa ağlarken bile. Ama bu... bu farklıydı. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Ve o anda bana öyle bir hüzünle bakıyordu ki daha ne yaptığımı anlamadan ona doğru yürüdüm. Kollarıma sardım onu. Şu anda buna benden daha çok ihtiyacı vardı.

"Onsuz ne yapacağım? Nasıl yaşayacağım?" diye ağladığını hatırlıyorum. Hıçkırıkları yüzünden ne dediğini zorla anlamıştım.
Diyecek bir şeyim yoktu. Çünkü dünden beri aynı şeyleri kendime soruyordum. Onlar olmadan nasıl devam edecektim?

Bu yüzden sadece başını öptüm. Bu soru üzerine düşünmeliydim.

Orada saatlerce ağladığımızı hatırlıyorum. Odama giderken büyük bir çaba harcıyordum. Yatağıma oturup düşünmeye başlamıştım.

Nasıl? Nasıl devam edecektim? Onlar olmadan yaşamanın ne önemi vardı ki?

Ron, Hermione'ye sahipti. Annem, babama sahipti. Bill, Fleur'a sahipti. Charlie'nin, her şeyden çok sevdiği ejderhaları vardı. Eskisi gibi olmasa bile bir gün George da ona yardım edecek birilerini bulacaktı. İşleri düzeltmenin mutlaka bir yolunu bulurdu. Hep bulmuştu. Hatta Percy'nin bile, her ne kadar şüphelerim olsa da, bir gün sevgilisi olacaktı. Ama ben...

Benim hiç kimsem yoktu. Ailem vardı hala. Daha doğrusu geri kalan ailem. Ama bu daha farklı bir kimsesizlikti. Sahipsiz gibiydim. Elimi tutup beni rahatlatacak kimsem yoktu. Yalnız olmadığımı hissettirecek kimsem yoktu. Bir zamanlar Harry'm vardı. Ama artık gitmişti. Asla da geri gelmeyecekti.

Ve kimse beni onun gibi sevmeyecekti. Kimseyi onu sevdiğim gibi sevmeyecektim. İstesem bile yapamazdım. Bu beni beter ederdi. İşin tek iyi yanı da buydu sanırım. İstememek.

Belki ben de devam edebilirdim, diye düşündüğümü hatırlıyorum.  Yeterince cesaretin varsa her şey mükündür diyen ben değil miydim? Ama cesareti kalmayan da bendim. Devam etmek istemeyen...

****

Artık beraber geçirebileceğimiz az zamanımız bile yoktu...

|| In The End || Ginny Weasley (Türkçe)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin