1.Bölüm

5.1K 220 16
                                    

1. Bölüm

"Ne, nasıl yani?"

Yarım saattir elimdeki not çizelgeme bakıyordum ama hala durumu kavramış değildim açıkçası. Bu yüzden bir kez daha öğrenci işlerine döndüm.
"Ne, nasıl yani?"

Bir dakika bu tam olarak kibar ve tüm düşüncelerimi anlatabileceğim bir cümle olmamıştı. Kendimi kontrol edip mantıklı düşünemesem de mantıklı bir cümle kurmaya çalıştım.

"Her hangi bir yanlışlık veya kredisi eksik olan bir dersim olabilir mi acaba? Rica etsem kontrol edebilir misiniz Bayan Raundy?" Dedim.

Evet bu diğer yarım saattir kurduğum cümleler ve tek kelimelik hayret ünlemlerinden sonra mantıklı,içinde bulunduğum durumu anlatabilecek bir açıklamaydı. Sonunda!  Bayan Raundy ise oldukça bıkkın ve sıkılgan bir şekilde;
"Pekala." Deyip elimdeki kağıt parçasını aldı ve burnunun üstüne kaydırdığı gözlüklerini tekrar gözlerine taktı ve kısa bir süre sonra, "Evet burada  hiçbir notunuz veya krediniz eksik değil ve ortalamanıza baktığımda neden bu kadar şaşkın olduğunuzu anlayabiliyorum. Aslında sınırda sayılırsınız Bayan..."

Adım veya soyadım fark etmez onlar için bu ikisi söylemek oldukça meşakkatliydi. Ben buna alışkın olduğum için onun adımı söyleyerek yada düzeltiyorum söylemeye çalışarak ikimizden de çalmış olacağı zamanı alıp, Bayan Raundy soyadımı bir kez  daha telaffuz etmeye uğraşmadan sözünü kesti.

"Ama nasıl olur anlayamıyorum?" 

Ahh... Al işte!
Sanki kadıncağızın da çok umurun da olurdu ya bu! Şaşırdığım zamanlarda cidden aptallaşıyordum.. Şu an ki şaşkın ve masum savunmasız ezik ne yapacağımı bilmez halim mi yoksa başka her hangi ilahi bir şey mi etkiledi Bayan Raundy'ı anlayamadım ama tek kaşını kaldırdı sonra bana bakıp gülümsedi.  Bana gülümsedi mi!
İki senedir burada okuyordum ve adını bile hatırlamadığım bu yüzden sürekli soyadıyla hitap etmek zorunda kaldığım hatta sınıfta kalma korkusuyla onun oturduğu masada adının yazılı olduğu bir plaketin olacağını bile unutup, bakmaya gerek duymadığım kadın bana gülümsedi ve o anda farkında olmadan hayatımı değiştirecek bir tavsiyede bulundu. Başını ve omuzlarını biraz eğerek bir sır veriyordu.
"Aslına bakarsan tatlım Bayan Worbs sana bu konuda yardımcı olabilir."

Pazarlama dersimize giren Bayan  Worbs'un bana ne gibi bir faydası olabilirdi ki? Kağıda en son baktığımda pazarlama bölüm sınıfında gördüğüm dersler işe yaramış gibi görünüyordu. Yani notum zaten epey yüksekti. Daha ne yapabilirdim ki? Ama tüm bu düşüncelerimi söylemeyerek karşımdaki kadını dinlemeye başladım . Hayır kadın değil...  Karşımda oturan Elizabeth'i, Elizabeth  Raundy'i dinlemeye devam ettim. Evet böylesi daha iyiydi. Raundy;

"Sofia Worbs ve Maria Worbs'u tanırım ikisi de bu okulda dekandır. Ve sana yardım edebileceklerine eminim tatlım."

Ben ise pek emin değilim ama deneyecektim. Sınıfta kalamazdım. Elizabeth' e teşekkür edip kuzenim Asya ile ortak kullandığımız arabamıza bindim ve  evin yolunu tuttum.  Yine evde kimse yoktu. Odama çıktım ve kendimi yatağa attım. Bugün eve çok geç gelecek olmaları iyiydi. Sıkıntılı zamanlarımda yaptığım gibi otomatik olarak sağ kolumu kaldırıp elimin ters yüzeyini anlıma dayadım.  Ve tekrar düşünmeye başladım,durumu gözden geçirip kesinlikle bir çıkış yolu bulacaktım.  Bayan Sofia'yı düşündüm. Ondan ne isteyebilirdim ki? Yada nasıl isteyebilirdim? Tüm bunları Elizabeth'e soramazdım kesinlikle. Zaten olağandışı bir durumda bana yardım etmişti. Hiçbir çalışan böyle bir şey yapmazdı basit bir öğrenci için. Basit bir öğrenci... Burada basit bir öğrenci olabilmek için birkaç sınava  girmiş ve lisedeki notlarımı ve referanslarımı geliştirmem gerekmişti. Aslında bunda pek de zorlanmamıştım. Sadece aklıma bu fikir geldikten sonra çalışmamayı bir kenara bırakmıştım. Şimdi düşününce nasıl düzenli çalıştım ben de bilmiyorum. Sanırım üniversiteyi yabancı bir ülkede ve istediğim, meslek için ideal olan bir yerde okuma fırsatı gözlerimi kamaştırmış olacak. Lise notlarım, stajyer olarak çalıştığım dünya çapında birkaç başarılı firma ve son olarak girdiğim yurt dışı eğitim sınavları sonucunda işte buradaydım. New Jersey'de. Ve benden buradan mezun olmadan gitmeyecektim. Yazın derslere kalabilirdim. Bu yaz ailemin yanına gitmemeyi göze alabilir miydim? Bana uzun gelen sessiz bir an.. Vay be  iç sesim de mi susmuştu artık?  Cevabım, cevabım evetti. Evet olmalıydı. Mantıklı olan buydu. Ben ise her zaman mantığımı dinlemiştim, dinleyecektim de.. Sonuçta burada ne kendi ülkemdeydim ne kendi ailemin yanında. Akrabalarım, amcam yengem ve kuzenim çok iyi ve hoşgörülü insanlardı Üç yıldır onlarla beraber yaşıyordum. Ama bu durumu daha fazla uzatmanın bir anlamı yoktu. Belki okulum bittikten sonra Amerika'da her hangi bir eyalette kalabilirdim. New Jersey'de de kalabilirdim tabi ki. Belki Atlantic'e taşınırdım, bu iki şehirde birbirlerine bağlı ve yakın şehirler olması dahilinde ikisi de turizm bakımdan oldukça elverişliydi. Zaten Amerika turizm bakımından oldukça elverişliydi! Kim bilir belki New York'a falan bile gidebilirdim. Güzel bir işim olduktan sonra fark etmezdi.  Önemli olan ekonomik bağımsızlığımı bir an önce kazanabilmekti bence.

Evet o zaman yarın işime yarayabilecek hocalarımı bulup konuşacaktım ödev, proje, kurs ne isterlerse yapacak ve karşılığında kredimi yükseltmelerini isteyecektim. Ama entegrasyon hocamız Bay  Coob hariç. Of,  o adamın kredisi neden bu kadar yüksekti ki sanki!

Onunla dalaşmasaydım şimdi sınıfımı geçmiş olacaktım. Ayrım yapılmasına dayanamıyordum işte. Karşımızda torpilli öğrencilerine kopya vermesi sinirlerimi zıplatmıştı. Michael' ın ne özelliği vardı ki? Ah Michael 'ın ne özelliği olduğu umurumda değildi hepimize eşit davranmak zorundaydı Bay Coob. Artık bunun  önemi yoktu. Okulların kapanmasına iki hafta vardı. Üniversitedeki tüm dersler bitmişti. Bu iki hafta her zaman sosyal etkinliklere saklanırdı. Normal dönemde ders saatlerinde sonra etkinliklere katılabilirken son iki hafta da ders saatlerinde etkinlikleri uygulardık ve istediğimiz sürece devam ederdi. Anketler, fuar çalışmaları, konserler, galeri açılışları ve daha aklınıza ne gelirse. Ve ben bu iki haftayı görünüşe bakılırsa oldukça dolu geçirecektim, çalışarak.. 

"Ecel ah hadi ama onbeş dakikadır zile basıyorum ve sen güzellik uykunu bölmemek için yerinden kalkmıyorsun bile!"

Kapımın aniden açılıp, Asya'nın bana bağırması bir olmuştu. Bu tepkisi karşısında kapının açılmasıyla beraber açtığım göz kapaklarımı tekrar indirdim. Asya yatağıma oturdu.  Birkaç dakikalık sessizlikten sonra gözlerimi açtım ve soru soran gözlerine bakarak not çizelgemi ona verdim.

"Önemli değil, bak benim en yakın arkadaşım da böyle bir durumda kalmıştı ve yaz sınavlarında verdi. Ben eminim ki sen de vereceksin" dedi, Asya.

"Kapıya duymadım üzgünüm Asya. Anahtarların her zaman yanında neyse ki. Hem güzellik uykusuna başladıysam benim neden haberim yok."

Güldüm yine saçmalıyordum işte. Asya bu cümlelerimi umursamadım.

"O sınıfı geçeceksin merak etme. Tabi sen de bunu istiyorsan."

"Ben de istiyorum tabi. Ve tabi ki geçeceğim ama nasıl?  Ben bunu düşünüyorum."

"İstersen bunu yarın beraber düşünürüz. İki saat sonra Embry'nin partisi var ne dersin gidelim mi?"

"Senin şu sınıfta kalmaktan dönen Embry'nin mi?  Yok sağ ol ben gelmesem daha iyi olur."

"Evet şu en yakın arkadaşımız  olan Embry. Neden parti verdi sanıyorsun ki!" deyip şuh bir kahkaha daha attı.

Bende gülümsemiştim. Kapının önüne geldi ve odamdan çıkmadan önce bana dönmüştü.

"Bence şimdilik Türkiye'dekilere söylemesen daha iyi olur. Sonuçta kesin bir şey değil bu."

"Ben de öyle yapmayı düşünüyorum. Hem bu saklamak olmaz değil mi sonuçta okulların kapanmasına henüz iki hafta var ve notlarım her an değişebilir?"

Yirmi iki yaşındaydım ve kimseye hesap vermek zorunda değildim. Ama benim durumum farklıydı. Ailem benim için çok önemliydi. Benim yaşamımda olup biten her şeyi bilmeye hakları vardı. Hele ki birbirimizden ayrı coğrafyalarda yaşadığımız şu yıllarda.

"Bak işte kimin kuzeni ya!" dedi.

Kapıyı kapatırken yarım bir kahkaha daha attığını duyabildim.

Bu kız gerçekten çılgındı. Ne yapacağını biliyordum. Şimdi odasına gidip bir buçuk  saatte anca hazır olacaktı ve dakik bir şekilde,  partide Embry'nin yanındaki yerini alacaktı. İsmi de olmasa onun bir Türk olduğunu anlamak çok zordu. Mavi gözlü, buğday tenli uzun boylu ve beş- altı yıl önceden bu yana sarıya boyattığı saçlarıyla adını bilmeyenler onun tam bir Amerikalı olduğunu zannedebilirlerdi.  Hatta buradaki İtalyan ve diğer göçmenler adını öğrendiklerinde dahil onu saf kan  bir Amerikalı sandıklarına şahit olmuştum. Ah!

"Asya, Asya!"

Odasına gittim ve kapısını hızlı bir şekilde açtım. Sanırım bu ailemizde genetik bir şeydi.

"Ah Asya söylemeyi unutuyordum Türkiye'dekiler gibi buradakilerin de bu olayı bilmesi gerekmiyor değil mi?" Dedim kinayeli bir şekilde.

Bu bir soru değildi tabi ki ve o da bunun bir soru olmadığını biliyordu. Sevgili kuzenim için bu ne bir soruydu ne de bir sorun telkin ediyordu;omuz silkti.

"Tabi ki gerekmiyor."

Auxılıum Serisi I; GardiyanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin