Yıkık.
daha kötüsü,
viraneyim şimdilerde.
uçuyorum,
bir kuşun ayak bileğinde
düşüyorum, tut beni
kuşlardan korkarsın,
engel olmasın sana
düşüyorum, tut beni#
Yazamıyorum. Bir şeyler yazmak o kadar güçtü ki son iki gündür, kendimi çaresiz hissetmeme sebep oluyor. Belki de yazılarımın altında yatan gerçekliği paylaştığım içindi bu, bilemiyorum. Düşüncelerimin kontrolünü yitirmiş, beni çıldırtan gürültülerle baş etmeye çalışıyordum. Bu öyle bir şeydi ki, görünmez düşman askerleriyle savaşmak kadar zorluyordu zihnimi ve bedenimi. Göğsümdeki sıkıntıyı tarif etmekte bile güçlük çekiyordum. Her gece Jongin'i dinlemek, o yatıştırıcı melodiyi dinlemek bile artık bedenimin ve ruhumun bağışıklık kazandığı bir şey haline gelmişti.
Onu en son iki gün önce tam da şu an oturduğum verandada görmüş ve gidişini seyretmiştim. Masum olmaktan pek uzak fakat benim kadar da çıldırmamış bu adamı zaman zaman düşünmeden edemiyordum. Üç beş cümlelik konuşmamızdan onun realist bir düşünce yapısına sahip olduğunu anlamıştım fakat yine de bakışlarında gizli düşünceler, duygular barındırıyordu. Bunun dikkatimi çekmesini sağlayacak kadar onu incelemiş olmam beni şaşırtan bir başka şeydi.
Bundan sonrası için hiçbir fikrim yoktu. Ne yapacağım, nereye gideceğim, nasıl yaşayacağım ve bunlar gibi çoğaltılabilir birçok sorunun yanıtını aramaktaydım. Ulaştığım yanıtlar ise bir hiçti. Hiçbir şey yapmayacağım, hiçbir yere gitmeyeceğim ve bir hiç gibi yaşayacağım. O kadar korkaktım ki insanlara, hayata, dışarıya bir adım bile atamıyordum. İnsanlara bir adım atarsam ve yine benden kaçarlarsa aynı çukurun içine sürüklenmekten korkuyordum. Dışarıya adımımı attığım an binlerce tehlikeyle karşı karşıya kalacakmışım, hiçbiriyle baş edemeyerek yıkıma uğrayacakmışım korkusuyla köşeye siniyordum. Ve nasıl yaşayacağım.. Bunun hakkında düşünmek bile en çocuksu korkularımı içime yerleştiriyordu. Chanyeol birkaç günde bir arayarak beni kontrol ediyordu. Kapısına polislerin dayanarak "yazlık evinizde bir ceset bulundu" deme ihtimalini düşündüğü için bunu yaptığına neredeyse emindim.
Karnımın gurultusunu bastırmaya çalıştığım son bir saat çabalarımın boşa çıkmasıyla sonuçlanınca yemek yeme zorunluluğum olduğunu kendime hatırlattım. Param vardı ve evdeki yıllanmış makarnayı yemekten sıkılmıştım. Bu yüzden kendimi aşarak dışarıda yeme kararı aldım, önceki günlerde denize yaptığım ziyaretler sırasında sahilde birkaç restoran ve içkili eğlence mekanı olduğunu görmüştüm. Dışarıda tek başıma bir şeyler yemek her zaman garip hissettirirdi fakat bugün de makarna yememek konusunda kararlıydım. Üst kata çıkıp üzerimi değiştirdikten sonra cep telefonumu ve cüzdanımı alıp evden çıktım.
Güneş neredeyse batmak üzereydi. Olaya değil duruma yönelik çalışan bir beynim olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak gün batımını uzun cümlelerle açıklamaktan çekinmezdim. Bir süre önce yazdıklarımla ilgili aldığım bir iltifat bu konuda ilk kez farklı hissettirmişti. Daha çok yazmak ve yazmayı bırakmak arasında debelendirdi beni. O'nun, bunun, şunun yazdıklarımı okumasını istemiştim, okumuşlardı. Beğenilmek önceleri göğsümü kabartan bir şeydi, şimdilerde ise başımı önüme eğip sessiz kalmama sebep oluyordu. Değişiyordum.
Gözüme kestirdiğim ilk restorana girdiğimde yapının deniz tarafında bir bara da sahip olduğunu gördüm. Şimdilik oradan uzak kalarak kenarda bir masaya oturup siparişimi verdim. Beklerken çevremdekilere bakınmaya başladım. Etrafınızı seyrederek bile o kadar çok şey öğrenebilirdiniz ki, son bulduğunda bu sizi şaşırtabilirdi. Hayatım boyunca edindiğim bilgilerin çoğunluğunu bu şekilde elde etmiştim, insanları izlemiş, dinlemiş ve anlamıştım. İnsanları anlayabiliyor, bir tek kendime bu ayrıcalığı tanıyamıyordum.
Yemeğim geldiğinde biraz çekinerek yedim, her zamankinden daha fazla insanın bakışına maruz kalıyordum sanki. Bir masada tek başına oturmanın nesi garip olabilirdi ki. Bunu sorgulayarak on dakika içinde karnımı doyurmuştum. Hesabı ödedikten sonra bara doğru ilerledim, niyetim sadece ortamına bir göz atmaktı. Fazla kalabalık olmayan mekanda hafif tempoda bir şarkı çalıyor, insanlar genellikle oturdukları yerden eşlik etmeyi tercih ediyordu. Güzel diye düşündüm, fazla uçuk değil.
Oradan, insanların içinden öylece geçip gitmeyi düşünüyordum onu görünceye kadar. Jongin -adını hatırlayabilmiş olmam şaşırtıcıydı- bar tezgahına yaslanmış öylece duruyordu. Sağ elim cebimde, dizimi kırmış ayakta dikilirken ben de öylece kalakaldım.
Kısa. Çünkü yazamıyorum. Sonraki bölümde -umarım?- görüşmek üzere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HURT//Sekai
FanfictionÇift: Sekai/Kaihun bir şeyler oldu bazı şeyler güzel, belirsiz, zamansız. seyrettim sahnede oynanan bir oyunken hayatım çıkıp akışı değiştiremedim seyrettim oyunu yönetecek gücüm varken, oturup sahne perdelerinin alev alışını seyrettim bir kibrit...