İnsanlar sanıyordu ki, hep ben onlardan bir şeyler istiyor, yalnızca kendi mutluluğumu düşünüyor, onların hayatlarında hak iddia ediyor fakat onlara kendileri için izin vermiyorum. Böyle değil. Bunu kavrayamadılar. Ben onları mutlu ettiğim sürece mutluydum, mutlu edemediğimi fark ettiğimde ise kendimi hüznün kara sularında boğdum.-
"Sehun?"
Geri dönmeliydim. Geri dönmem ve bu sesten kaçmam gerektiğini biliyordum. Başıma sertçe vurduğum ellerim, kontrolsüzce tekrarladığım kelimeler harekete geçmem için ihtiyaç duyduğum gücün benden çoktan çekildiğini söylüyordu.
"Sen iyi misin?" Yaklaşan adımlarını duydukça çakıl taşlarının hışırtısı altında ezildim. Bağırdım, çağırdım, koşmaya başladım. Dönüp dolaşıp yine çıkış noktamda buldum kendimi. Telaşla çatı katında bir köşeye sindiğimde en azından nefes aldığımı hissedebiliyordum. Kimden, neyden, neden kaçıyordum? Bacaklarımı kendime çekip iki duvarın oluşturduğu köşede insanlığımı ararken korkuyordum, bulacağım ve belki de bulamayacağım şeylerden. Titriyor, susuyor, sustukça tükeniyordum. Kendimi tüketiyordum.
Bana ait olan ne varsa, en ufak zerresinden bile kurtulmaya ant içmiştim. Önce insanlarımı yitirdim, ellerinden tutarak gidecekleri yolu onlara ben gösterdim. İtiraz eden olmadı, kalmak için direnen de. Sonra amaçlarım, arzu ve isteklerimden kurtuldum. Tanrı istediğim her şey için ağzıma bir parmak bal çalıyor, daha sonra o balı erişemeyeceğim yüksekliklerde muhafaza ediyordu. Bala uzanamadım, bu sefer onlardan da vazgeçtim.
Kimliğimden koparıp attığım her özellik beni hiç olmaya yaklaştırdı. Çıldırışlarım zaman gözetmeksizin beni buluyor, insanlığımdan kalan son parçaları koparmadan gitmiyordu. Edindiğim yenilgiler, terk edilişler, kaybedip kaybedilişler beni hiç olduğuma inandırdı. Bunu benimsedim ve bu şekilde yaşamayı öğrendim.
Karanlığa aşina gözlerim baktığı her noktaya tükenen göz yaşlarım için birer mezar taşı kondururken soğuk merdivenlerin yabancı hissettiği bir çift ayak üst kata tırmanıyordu. Kollarımı sıkıca bacaklarımın etrafına doladım bunu yaparsam kimsenin beni bulamayacağını umarak.
"Sehun?" Olduğum köşeye iyice sinmiştim. Bedenim hak ettiğim şeyin yalnızlık olduğunu haykırırcasına titriyordu. İnsanların arkamdan koşup gelmesi hataydı; meraklarını, iyi niyetlerini bırakıp benden olabildiğince uzakta yaşamaları doğru olandı.
Odanın aralıklı kapısı bir insan genişliği açıldı ve esmer kelebek içeri girdi. Karanlığı araştıran bakışları kısa sürede beni bulmuştu.
Yaklaştı.
Gözlerimi yumdum.
Tırnaklarımı bacaklarımda kalıcı bir yer edindirmeye çalışırcasına etime batırıyordum. Fiziksel acı yarattığım kaosun içinde kendine yer edinemeyecek kadar masumane kalıyordu. Sıktığım dişlerimin arasından bir yaşamlık nefes çektim. İhtiyacım olan daha fazlasıyken hak ettiğim bunun çeyreği bile değildi.
Hemen yanımda dizlerinin üzerine çöken bedenin kararsızlıkla birkaç saniye bekleyişi omuzlarıma dokunmasıyla sonuçlanmıştı. "Bana bak."
Bakmadım. Sımsıkı yumduğum gözlerimin altında cehennemin ön gösterimine şahit oluyordum. Omuzlarımı sarsan elleri buna engel olamadı. Zira bedenim zaten aynı sarsıntıyı kendi kendine yaşatıyordu. Ellerinin etkisi yalnızca dokuz şiddetindeki bir depremin artçıları kıvamındaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HURT//Sekai
FanficÇift: Sekai/Kaihun bir şeyler oldu bazı şeyler güzel, belirsiz, zamansız. seyrettim sahnede oynanan bir oyunken hayatım çıkıp akışı değiştiremedim seyrettim oyunu yönetecek gücüm varken, oturup sahne perdelerinin alev alışını seyrettim bir kibrit...