mars kadar uzak ama domates kadar yakın

695 92 13
                                    

Tıkalı burunlarTıkalı zihinler Çifter çifter söküp attığım bağlılıklarımGeri dönüp bağladıysa elimi kolumuHa kaçmışım fersahlarca kendimden Ha gömülmüşüm en derinlerime

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



Tıkalı burunlar
Tıkalı zihinler
Çifter çifter söküp attığım bağlılıklarım
Geri dönüp bağladıysa elimi kolumu
Ha kaçmışım fersahlarca kendimden
Ha gömülmüşüm en derinlerime

-

Gecenin geri kalanına dair hatırladığım tek şey vardı. Daldığım yarım yamalak uykunun nefes almak için yüzeyine çıktığım bir anında, köşedeki masanın üzerinden alınmış bir defter ve kalem ile yanıbaşımda oturan kelebek, yazıp çizdiklerini mırıldanan kelebek.

-

Güne gözlerimi açışım pek sakin, pek hafif olmuştu. Her anlamda yorgun düştüğümü söyleyebilirdim, dün geceki nöbetimden kalma kas ağrılarım utanmadan belli ediyordu kendini. Beynimin içi ise boş bir kazandan farksızdı, düşünecek bir şeyler aradım fakat bulamadım.

Uyuşmuşluk hissiyatı arttığında yattığım yerde soluma döndüm. Şimdi hem üzerinde saatlerce kafa yorabileceğim hem de seyrine dalacağım bir şey duruyordu karşımda.

Günaydın kelebek.

Sol kolumu başımın altına alıp yüzümde gezinen gözlerini takip ettim. Arayış içindeki bakışları hatrı sayılır bir süre üzerimdeki varlığını korumuş olmalı ki hafif bir yorgunluk karışmıştı kirpiklerinin arasına. Bütün gece uyanık mıydı merak ediyordum. Konuşarak bu anı karmaşıklaştırmak istemiyordum, bu yüzden sustum ve iki karış ötemde uzanan adamın yüzümde aradığı şeyi bulması için bekledim.

Jongin.

Hakkında kilometreler boyu konuşulası, kanatları camdan kelebek.

İçimde ondan kaçmam gerektiğini avaz avaz bağıran bir ses vardı. Sebebi ondan gelecek bir etki değil, benim ona verebileceğim zararların uzun listesiydi. Gözlerim çehresinde hüküm süren kararsızlığın peşinde koşarken suçlu, utanmış ve korunmasız hissediyordum. Hepsinin sebebi de onunla geçirdiğim son iki geceye çıkıyordu. Bu şeylere tanıklık etmesi, ona tutunmam ve yaptığım bu şeyin hem ona hem de bana getireceği zararlar silsilesi görmezden gelinebilir değildi.

Bir insanın varlığına ihtiyaç duymadan yaşamayı öğreneli yaklaşık üç sene olmuştu. Acı çekiyorsam bunu düşünebilen canlılardan uzakta, tek başıma çekmem gerektiğini duyalı ve bu şekilde yaşamayı öğrendiğim üç sene boyunca atlattığım tüm değişimlerin oluşturduğu toz birikintisinin üzerine üflemek gibiydi Jongin'e tutunmam. Yeniden bir insanın varlığına ihtiyaç duymak, onun yokluğunda hiçbir şeyin üstesinden gelemeyecek hale getirirdi beni. Jongin'le geçirdiğim iki gecenin ardından kendimi bu yola adım atmış gibi hissediyordum.

Önceleri müziğinin yatıştırıcı etkisine ihtiyaç duymam, şimdilerde nefes alamazken kapısına koşmamla sonuçlanmıştı. Dokunuşlarını bir ihtiyaç haline getirmemin, yokluğunda bu şeyleri atlatabilmemi zorlaştıracağını biliyordum. Biliyordum, her şeyi, tüm getirilerini ve götürülerini biliyordum fakat dakikalar boyu birbirimizin yüzünü seyrederken onu yanımda tutma isteğimi de yok sayamıyordum.

Ne kadar sürdüğünü bilmiyorum, en sonunda yutkunup kısık bir ses tonuyla konuştu.

"Günaydın."

"Günaydın kelebek."

Kaşlarının hafifçe yukarı kalkışını seyrettim. Belli ki ona bu şekilde seslenmemi hala garipsiyordu. Gülümser gibi olmuştum. Kaşları eski yerine geri döndüğünde, üzerine bir gölge düşürdüğü gözlerinde takılı kaldım. Yorgun bir sis bulutu çökmüştü altlarına. Dün gece yüzünden olma ihtimalini tartarken suçluluk duygusuna kapı açmıştım.

Kararsızlıkla geçirdiğim birkaç saniyenin ardından mantığıma ihanet ederek dokundum yüzüne. İlk temas beni korkutsa da geri çekilmedim. Parmak uçlarım göz altlarında gezinirken usulca kapattı göz kapaklarını. Kirpiklerinin her bir ucuna gezegenler asılmıştı sanki. Kılcal damarlarını kolayca seçebildiğim ince derinin üzerinde gezinirken ona zarar vermekten o kadar korkuyordum ki.

Jongin,

çok güzeldi.

Sessizdi, o an etrafı huzurun baş döndürücü kokusu sarmıştı. Hissettiğim sıcak teni onun varlığına sağlam kanıtlar sunarken bana, bu anın baş rolü olmamın imkansızlığı kafamı karıştırıyordu.

"Ben bütün gece uyurken başımı beklediğini söyleme lütfen." diye mırıldandım parmaklarımı yavaşça yüzünden çekerken. Alnında hafif bir kırışıklık oluşmuştu.

"Birkaç saat." dedi kelimeleri ağzında yuvarlayarak.

Gözleri, hala kapalı.

Ve hala onlara dokunmak istiyorum.

"Ben.. Yiyecek bir şeyler hazırlayayım."

Cevabını beklemeden ayaklanıp merdivenlere yöneldim. Odada birkaç saniye fazla kalsam Jongin hakkındaki düşüncelerimin kontrolümden çıkacağını biliyordum, bu yüzden alelacele zemin kata inip mutfakta oyalanmaya çalıştım. Bu sırada biraz olsun dinlenebilmek için yalnız kalabilirdi.

Ona yiyecek bir şeyler hazırlayacağımı söylemiştim ama dolap hala iyi bir kahvaltı için yeteri kadar dolu değildi. Basit şeyler yapmaktan başka seçeneğim yoktu, günün ilk öğününü dolu dolu geçirmeyi sevmediğim için bunu dert etmemiştim. İşe koyulmadan önce beni germeye başlayan sessizliği dağıtması için radyoyu açmıştım.

Verandadaki masanın üzeri iki kişilik bir kahvaltıya ev sahipliği yaparken merdivenlerden gelen sesi işitmiştim. Son kez mutfağa doğru ilerlerken başımla verandayı işaret ettim ve konuştum.

"Sen geç, hemen geliyorum."

Tezgahta hazır tuttuğum omlet ve domatesleri alıp dışarı çıktım. Karşısına oturduğumda sessizce aç olan karınlarımızı doyurmaya başladık. Ortamdaki bizi içine çekmiş sessizliği bozan tek şey dakikalar önce açtığım radyodaki haber istasyonuydu. İkimiz de hayatlarımız buna bağlıymışçasına dikkatle dinliyor, belki de dinliyormuş gibi yapıyorduk.

Yeni bir habere geçtiğini belli eden adamın sesi kalınlaşmıştı.

"ABD Uzay ve Havacılık Dairesi'nin başkent Washington'daki merkezinde bugün gerçekleşecek tarihi bir basın konferansı için hazırlıklar tamamlandı. NASA'nın toplantıda Mars'ta su ve hayat bulup bulmadıklarına yönelik çok önemli bir açıklama yapması bekleniyor."

Tabağına birkaç tane domates aldıktan sonra çatalını/çubuklarını gürültülü bir şekilde tabağın üzerine bırakmıştı. Merakla ona döndüm. Bakışları tabağındaki domatesin üzerinde sabitti. Bir sorun görünmüyordu fakat aynı zamanda çok büyük bir sorun varmış gibiydi. Sesli bir nefes verdikten sonra gözlerime bakarak konuştu.

"Bana Mars kadar uzak ama domates kadar yakınsın Sehun. Keşke bu mesafeden emin olabilsem."


Y/N: Okuyor mu bilmiyorum ama bu son sözün sahibine teşekkür ediyorum. Planladığım düzene göre sona biraz daha ekleme gerekiyordu ancak sonraki bölüme kaldı. Görüşmek üzere.

-mars

HURT//SekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin