içerim ki güzelleşsin bu çirkin dünya

908 94 10
                                    




kolumun iç kısmına kazımışım gibi ismimi
hep hatırımda, hep benimle, hep kirli
duvarlar örmüşüm gibi göz pınarlarımın önüne
hep ıssız, hep sessiz, hep kimsesiz
kulaklarımı düğümlemişim gibi bir gece
hep uğultulu, hep duyarsız
gözlerimi sarmışım gibi siyah perdelere
hep bencil, hep derin, hep uzay
aynı kelimeleri parmak uçlarıma zincirlemişim gibi
hep sıradan
pek sıradan


#





Oradan, insanların içinden öylece geçip gitmeyi düşünüyordum onu görünceye kadar. Jongin -adını hatırlayabilmiş olmam şaşırtıcıydı- bar tezgahına yaslanmış öylece duruyordu. Sağ elim cebimde, dizimi kırmış ayakta dikilirken ben de öylece kalakaldım.


Beni gördüğüne şaşırmamış gibiydi, göz ucuyla yüzüme baktıktan sonra tekrar önüne döndü. Yok sayılmalara alışkındım fakat bu kadar ilgisiz kalacağını da düşünmemiştim, çok ağır olmayan bir içki sipariş ettikten sonra kollarımı tezgaha dayadım. O ise benim aksime sırtını tezgahın kenarına yaslamış, mekanın zeminini seyrediyordu. Bakışlarımın üzerinde fazla oyalanmasına izin vermedim, içkim gelir gelmez yudumlamaya başladım. Aslında alkol günlük yaşamımın bir parçası olmamıştı hiçbir zaman, zorluklardan kaçış için kullanılan bir araç değildi benim için. İçtiğim zamanlar bunu sadece zevk almak için yapardım ve bu da öyle bir akşamdı. Hemen yanımda sessizliğin yoğun dalgalarına karşı kanat çırpan kelebeği rahatsız etmeden devam ettim şeffaf sıvıyı yudumlamaya. Bir, iki, üç.. Bitirdiğim bardakların sayısı sürekli artıyordu, dörtten sonrasını saymaya zahmet etmedim. Henüz sarhoş olmamıştım ki öyle olsa bile bunun diğer insanlar için zararsız olacağı kanaatindeydim. Bunalımlarım ben ve çevremdeki insanlar için daha fazla tehlikeliydi. Ağır ağır içtiğim süre boyunca onunla hiç konuşmadık. Ne bir şeyler içiyor, ne de mecbur kalmadıkça hareket ediyordu. Epey dalgın olduğunu söyleyebilirdim, önceki iki karşılaşmamızdan daha farklı bir havası vardı bu gece.

"İyi bir içici olduğunu ispatlamaya çalışıyor gibisin."

Sözü üzerine sağ kaşım havaya kalkmıştı istemsizce. Kendimi kanıtlamak gibi bir niyette değildim, bunu yanlış anlamış olması şaşırtmıştı açıkçası. Yine de cevap verdim. Birbirimize dönüp bakma gereği duymadan konuşuyorduk. "Sarhoş olunca kendini dağıtan insan, içki içme sanatını bilmiyor demektir der Samuel Johnson."

"O halde gönül rahatlığıyla sanatını icra et, başarılısın."  Kelimelerinden oluşan bir kanca dudağımın kenarına takılmış, orada halinden memnun bir kıvrım oluşturmuştu. Sözünü dinlercesine büyük bir yudum aldım bardağımdan. Başımı önüme eğip konuştum, sorum tamamlandığında ona bakmayı ihmal etmedim.

"Peki ya senin sanatın?"

Derin bir iç çektiğini duydum, mekanın zeminindeki bakışları daha belirsiz bir hal almıştı. O an ne düşündüğünü deliler gibi merak ediyordum, bir şeyler söylemesini beklerken sabırsızca baktım sol yanağına.

"Benim sanatım Sehun," söyleyeceği şeyleri kafasında tartmak ve düzenlemek için bir süre duraksadı. "Benim sanatım, bundan çok farklı. Tanrılardan çalınmış bir dua notalarım. Umutsuzca dilenir onlardan nefesim."

En az onunkiler kadar anlaşılmaz cümleler kurmak için ağzımı açmıştım, ben konuşamadan devam etti sözüne. Bu sefer sesinde bir miktar sitem sezmiştim, kime olduğu belirsiz bir sitem.

"Ve artık çaldığım tüm duaları tükettim."

Cümlelerinin altında yatan anlamı bulmak, gerçeklikle bağdaştırabilmek istiyordum fakat algı eşiğime takılmışlardı. Anlaşılmak için uğraşır gibi bir hali de yoktu üstelik. Aksine, onu anlamamam, anlama yolunda beynimi patlatmamı istercesine konuşuyordu. Bardağımı çok da gürültülü olmayacak şekilde tezgaha bırakırken daha açık konuşmasını sağlayacak cümleyi kurdum.

HURT//SekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin