Helena arabayı kullanırken bir yandan da ellinde ki kırmızı taşı parmaklarının ucunu değdiriyordu. Her farklı parmağa değince taşın rengi değişiyordu. Altın sarısı,alev kırmızısı,okyanus mavisi,orman yeşili ve kapkaranlık bir siyahtan oluşan renkler Helena'nın hoşuna gitmişti. ''Elinde ki parlak şeyde ne?'' dedi Tom. Helena ona sertçe bakış gönderdi.
''Ne zaman seni ilgilendirmeyen konulara burnunu sokmayı vazgeçiceksin?''
''Umm arabamı bana geri verdiğin zaman'' dedi Tom. Boğazını temizleyip devam etti. ''Gözlerin neden kırmızı? Lens mi ? Gotik şeyleri falan mı?'' Helena'nın sabrı tükeniyordu ancak Tom'a bir şey yapamıyordu. ''Gözlerim böyle oldu. Hastalık gibi sonradan yani'' dedi Helena. Tom kafasını sallayıp Helena'nın burnunun dibine doğru yaklaştı. Gözlerine daha yakın bakmak istiyordu. ''Napıyorsun be kaza yapıcaz'' dedi Helena. Tom kahkaha atarak geri koltuğuna yaslandı. ''Seni kızdırmak çok hoş'' dedi Tom. Helena içinden eğer sana bir şey yapabilseydim beni kızdırmanın ne demek olduğunu görürdün diye geçirdi. Gidecekleri yere Tom'u sokmamaya karar verdi. Tom'u oraya gitmeden önce bırakacaktı. Helena yavaş yavaş arabayı durdurmaya başladı. ''Benim gideceğim yere az kaldı. Burdan sonrasına araba giremez yürüyerek gidicem'' Tom biraz üzülmüştü sanki. Karşı çıkacak oldu ama yapamadı. Helena'da ondan karşılık bekledi ama beklentisiyle kaldı sadece. ''Peki bir daha seni görebilir miyim gotik?'' dedi Tom.
''Bir daha bana gotik dersen torunlarının torunlarını bile göremezsin'' dedi Helena. Sonra gülerek ''Adım Helena Dawson eğer LA'a geri dönersem beni bulabilirsin belki'' dedi Helena. Sonra Tom'un arabaya binip gözden kayboluşunu izledi. Kalbi güm güm atıyordu. Sonra yavaş yavaş yürümeye başladı. Kolyesinden ışıklar saçıyordu. Bir kaç dakika yürüdükten sonra karşısına klübe çıktı. Burayı kolyesine dokununca görmüştü. Merak edip içeriye girdi. Bomboş ölü bitkilerin olduğu bu arazinin tam ortasında iğrenç pis bir klübe vardı. Klübeye dokununca eline çivi battı. Eline baktı ve yarasının iyileşmesini izledi. Kapıya dokunmadan elini kaldırdı ve kapıyı açtı. İçeriye girdi. Ne yapacağını bilmiyordu çünkü saçma derece dört tahta arasında kalmıştı. Daha sonra kolyesini okşadı bir şey olmadı. Taşı okşadı yine bir şey olmadı. Durup burayı dağıtmak istiyordu. Sonra kolyesine dokununca gördüğü parlak ışık huzmesi geldi aklına. Taşı kolyesine doğru tuttu. Taş elinden havalanıp kolyesiyle aynı hizada havada kaldı. Çok renkli bir ışık huzmesi görüyordu Helena. Gerçekten muazzam bir güzellikti bu. Helena'nın zihnine kelimeler süzülüyordu. Işığın içinden sesler geliyordu. Helena dudaklarını yaladı ve ağzından şu kelimeler döküldü.
''Açılsın salemin kapıları
Kapansın ölümlü dünyanın varlığı''
Daha sonra yerin altı gümbürtü ile açıldı ve Helena'yı içine çekti. Helena boşluğa doğru düşüyordu. Haraket ettiğini fark etti. Dengesini sağlayabilirdi. Helena kendini yürüme pozisyonuna soktu. Ve yavaşça aşağıya süzüldü. Sonra karanlık bir zemine değdi ayakları. Etrafına baktı hiç bir şey göremiyordu. Taşı kaldırdı ve oda aydınlandı. Odada zamanın büyük büyücüleri,cadıları vardı. Çeşit çeşit taşlar,bitkiler ve kitaplar bulunuyordu. Helena incelemek için kolyesine tam tutacakken bir ses duydu.
''Hoşgeldin tanrıça Nyx'' ve odada ki tüm kız ve erkekler diz çökmeye başlamıştı. Hepsi gülümsüyordu. Mutluluktan çıldırıyorlardı. Ve hepsi Helena'yı selamlıyordu. Ona tapıyorlardı. Ve en önce büyük annesini gördü. Oda diz çökmüştü. Helena gördüğü ilgiden sarhoş olarak kahkaha atmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Doğuşu #WKK #Wattys2016
FantasyGiriş '' Hayır... Bu olamaz. Bu... Bu imkânsız! '' Helena Dawson'nın bayılmadan önce ağzından dökülen son sözler bunlardı. Helena Dawson Üniversite 2.sınıf edebiyat öğrencisi sıradan bir genç kızdı. Üniversite için Washington'a geldiğ...