7. Bölüm - Milena'

67 6 2
                                    

Bir hafta sonra,

Koca bir iç çekti sağlık ocağındaki masasında otururken,  önündeki kitabın sayfalarını nerden devam edeceğini belirten bir işaret bulana kadar çevirdi. Sayfayı bulduğunda gözleri oraya iliştirilmiş bir cümleye takıldı " seni hiç görmesem bile, bana aitsin" (Franz Kafka- Milena'ya Mektuplar) ne değerli kitaptır, bu sözün kalbinde ve zihninde yaptığı çağrışımı kaldıramayan imalı bakışlar gezindi odanın içinde, çünkü tam bir hafta Leventsiz nefes alıp veriyor, solunum faaliyetleri bir yana yaşıyordu. O vardı, gerçekti ama rüyalarda bile yoktu şimdi. Nur ona ithafen bu kitabın son sayfalarına bir mektup yazacaktı. Belki bir gün Levent mektubu okurdu. Hızlıca kitabın uzun satırlarını aştı, eline gümüş mürekkep kalemini alıp sözlerine başladı;

  Sevgili Levent,
 Bilmeni isterim ki sana olan duygularım 5 yaşından beri yaşadığım muammayı yanlızca senin bilmenden ve seninle paylaşıyor oluşumdan kaynaklanan derin bir bağdan gelmekte. Varlığın ruhumun büyük boşluklarını doldurabilen ve acılarımı ört bas eden tek şey ne olursa olsun aynı çıkmazı seninde yaşadığını biliyorum. Bunu savunurken hiç bir tereddütüm olmadı. Sen gönlüme ait olan yada sahip olabilen tek varlıksın,  umuyorum ki sözlerim sana tesir etsin ama biliyorum ki itimada zor bir mahluksun. İçimde ki özlemi hiç bir şahsa sığdıramıyorum sanki sana bir ömrü adamış gibiyim ne olursun aramızda ki mesafenin kısalması için küçük bir imtiyazda bulun. Bunun için dünyaları bile verebilirim. Hayatımda ki gerçeklerin içinde yer almanı canı gönülden diler ve rabbimden niyaz ederim.

                                    Sevgilerimle, Nur

Bu kendisine yazılan ilk mektup olmayacaktı. Ne yazık ki Levent bu mektubun oluşumuna satır satır sahitlik etmiş birazcık olsun sinerjisine bire bir uygun ve ilk kez çocuklarımın anası olabilir mi? Diye düşündüğü bu kızı anladığını farketti. Hayatın acımasız oluşu bir yana Nur karşısına bu şekilde değilde başka türlü çıkmış olsaydı ne hoş olurdu zira onun çok şevkatli ellerde yontulmuş bir şahaser olduğu çok belliydi. Biricik annesini anımsadı bir an, onun gidişiyle ev yemeklerine büyüyen hasreti ne kadar artıyordu gün geçtikçe,  sonra içinde babasına duyduğu öfke derinleşti. Annesine zülmeden igrenç bir adamdı. Onun yüzünden kaza yapmışlar ve biricik anneside onunla ölmüştü.

"Lanet olsun sana pislik herif! Hayatımın bu noktası sana ait işte senin gibi kadınlara ızdırap yaşatmaktan bende zevk alıyorum. Oysa ne çok isterdim, sevmeyi..."

Bu esnada onun görünümünü çizdiği taplonun tam karşına durmuş, babasının hiç benzeşme yapılmamış portresine bakıyordu. Bu resim neden tıpa tıp babasıydı? Buna ancak kendisi cevap verirdi. Sözlerine devam etti;

"Annem gibi melake bir kadını illet işlerine alet edecek kadar ucube bir adamsın, var oluşumuma neden olduğun ve Dünyayanın kirlenmesine katkın olduğu için senden nefret ediyorum. Bak baba benim üretimimde ki spermlerinin laneti şu torbalardaki ilaç şişeleriyle daha da hayatımı karartıyor, yaşamak için haplara mahkum bir vucut... Sadece çiziyor, nasıl yaşıyor? Düşünsene bunları baba, sen ise sadece bu bez parçasının üstünde durmuş beni izliyorsun. Bu yüzden sen benim ideallerimde yanlızca bu sahici ve beni tedirgin eden görünümle kalmalısın."

Böylelikle Nur konusunda aldığı karar kesinleşti. Nur ne kadar varlığını ve potansiyelini inkar ederse etsin o annesine benzeyen şevkatli bir kadındı. Asla babası gibi olmaya niyeti yoktu, ama ne yazık ki onunla aynı genleri taşıyor oluşu sadece bir miktar zaaflarını küçültebildi. Bunu yaparken öncelikle kurduğu bağ zayıflamalı sonrasında ise Nur ile epizot olgusunu bir kenara bırakıp onun istediği gibi gerçekleşecek bir düello yapacaktı. Tek şartı ise saltanatının sınırlarından asla taviz vermemek.

*

Kutay; "Merhaba, iyi günler frezya çiçeği bulunur mu?  Acaba."

Çiçekçi;  "Abi bizde o çiçek bu mevsimde pek olmaz ama başka çiçek verelim istersen.

Kutay;"  yok! yok! Sağolun. Bulabileceğim bir çiçekçi var mı?  Bildiğiniz."

Çiçekçi; "Abi şurda 'Papatya' diye bir mekan var belki orda olabilir onun dışında sera işleten yerlerde bulabilirsin büyük ihtimal."

Kutay; Hasan Bey değil mi? Cumartesi ordan aldım, vardı aslında ama bugün yokmuş. Seralarda kesin bulur muyum şimdi?

Çiçekçi; Bulursun abi olur eski stad tarafında bi ara derim. Yalnız abi bir şey soracağım özel değilse Hayırdır abi niye illa frezya!

Kutay; Özel kardeşim özel! Hadi kolay gelsin, Hayırlı işler.

Olur olmadık her konuda kafası atar olmuştu bu aralar Kutay'ın,  cumartesi öğlene kadar işleri halledip en az 10 çiçekçi gezmiş en sonunda yalnızca sarı renkli frezya çiçeği bulabilmiş ama işler yinede istediği gibi gitmemişti. Kafasında bir sürü geçmiş olsunlu provalar yapmasına rağmen Aysu hemşirenin pazartesiye kadar izinli olduğunu ordaki dedikoducu teknikerlerin birinden ancak öğrene bildi. Bu gün ise bir bahaneyle zoraki patrondan izin alıyor oluşu ona üstüne birde kendi işinin patronu olmadığı gerçeğini hatırlatınca kanına bayağı dokunmuş olacak ki yana bile durup durup çatıyordu. Derin bir nefes aldı, gözünü karartıp sürdü arabayı o ömründe ilk kez böyle bir kız görüyordu, onun elleri ellerine değmişti bir kere, işte o andan itibaren sahiplendi. Kendisine ait hür bir kuşa yine ona ait olduğunu düşündüğü bir aramağan sunmalıydı. Hem çiçekçi ne demişti?

"Kesin bulurum, eğer bulamazsam tohumunu alır kendim yetiştiririm." Diyerek kendince cevaplarken çiçekçiyi biran şu söylediğine gülesi geldi.

"Sahi aşk 25 saatlikti, bunca şair yanılıyor olabilirmiydi? O yazıldığı gibi sesli başlayıp sessiz bitiyordu. İşte o kervana sen de katıldın oğlum Kutay! Bir de şiir defteri edinsem iyi olacak." söylenirken yoluna devam etti. Yol uzun soluksuzdu, aşk derin susuzdu.

Gün çabucak tükenirken akşam evde ki telaşe durmak bilmeden hızlanıyordu. Nur ve Hatice Hanım sofrayı kurmak için Kutay'ı bekliyorlar, ama Kutay ısrarla telefonlara bile cevap vermiyordu. "Ah deli oğlum benim kim bilir nerelerde oyalanıp böyle gecikti? Hiç böyle yapmaz yavrum,  biz sofrayı kuralımda kızım o da gelince yer artık." Deyiverdi nacizane Hatice Hanım, der demez de evin kapısından içeri Kutay girdi elinde koca toprak dolu saksıyla. Herkez hayretler içinde onu izliyordu, o ise kucakladığı saksıyı hem güneş alabilsin hem de göz önünde olsun diye mutfak balkonuna taşıyordu, resmen kafayı yemişti.

" Oğlum nedir bu? Vallahi deli bu oğlan." Hatice Hanım'ın bu söylediklerine Nur'u da kıs kıs bir gülme tuttu. Kutay ise içeri girdiğinden beri olanı biteni nasıl izzah edeceğini düşünüp birşeyler uyduruverdi olur olmadık bahanelerle...

" Annecim dükkan da öyle durup duruyordu da bende aldım eve getirdim bir şey değil. Çiçek ektikte büyümüyor orda yerini beğenmediyse işte, bizim balkonda büyüsün. Bir hafta içinde büyürmüş zaten. "

Nur yinede muzip muzip gülüyordu Kutay'a  Kutay bunu fark ettiğinde ise "abartma artık " der gibi bakış atınca hemen ciddileşiverdi. Olayın üzerinde çok durmasınlar istedi, zira evin hanımları Kutay'a yakıştırma yapmakta pek becerikliydiler. Geçen sene Kutay'ın sosyal medya hesaplarından biri evin bilgisayarında açık kalınca Hatice Hanım bayağı Kutay'a arkadaşlık isteği gönderen kızların profilini karıştırmış, Kutay'ı da Nur ile beraber olup huylandırmışlardı bunun üzerine olanlar olmuş daha da kurtulamamıştı dillerinden. Aysu olayı ise nedense hiç açılmamıştı oysa böyle bir şey ilk kez başlarına geliyordu zaten açılmasındı, bu konu kafasını çok ağrıtırdı. Balkonlarına düşen sürpriz saksıyı bir kenara bırakıp ailecek yemeğe geçtiler, Kutay da konunun açılmayışına binayen nefes aldı derince, gecenin bitimindeki yeni günde olacaklardan habersiz.

Tahammülfersa #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin