9. Bölüm - Tortular ve Gerçekler'

74 4 2
                                    

....
"Dingdooong! dingdoooong!"
"Dingdooong! dingdooong!"

Şaşalı bir çalım atıyordu akrep öğle saatlerini gösterdiğinde, kapının zili. Hatice Hanım ve Ahmet Bey ise alalade hareketlenip şaşkın, telaşeye kapılıp kapıya yönelirken çok tanıdık bir sesin homurdanması kulaklarını hırpaladı her ikisininde. Gelen Ahmet Bey'in ağabeyi Mustafa Bey'di. "Buyur" beklemeden hışımla içeri dalması ise mağrur ev sahipleri için hiç şaşılacak bir hadise olmadı. Koltuğa serilir serilmez atıfta bulunacak birilerini aradı gözleri, Ahmet Bey'i yakalar yakalamazda " şu Nagihan beni ne hakla arayıp arlanmaz laflar ediyor Ahmet" deyiverdi. Keşke böyle aşağılar konuşmayaydı Mustafa Bey, zira Hatice Hanım içine oturan taşları ömrü billah ayıklayamaz oluyordu. Ahmet Bey eşine ve çocuklarına çok değer veren bir adamdı, yalnızca ağabeyi işin içine girdiğinde ağzını açamazdı. Mustafa Bey Ahmet Bey'in aksine hırçın ve para gözdü, üstelik Ahmet Bey'i nasıl kıskanmasındı? O saygılı evlatlara, iyi bir evliliğe ve şevkatli bir kadına sahipti. Mustafa Bey tırmalayan laflarına devam ederek " bu durumu bir çözüme kovuştursak artık ne dersiniz Hatice Hanım? Bu işleri başımıza açan sizsiniz. Okuttunuz, büyüttünüz yetmedi mi doyurduğunuz? "

İşte bu sözlere söylenecek iki çift lafı vardı Ahmet Bey'in " Abi! Nur bizim kızımız, bu gün de o bizi doyuruyor. Ne hakla bu şekilde eşime ve evlatlarıma laf edersin. Yıllarca ne istedinse yaptık, bizim kanımızı taşımıyor diye diye her şantajı yaptın. Yeter artık Abi, elimizde avucumuzda ne varsa verdik. Dahada bir şeyimiz yok."

"Ne hakla öyle mi!! Nagihan denen o kadın beni arayıp canımı sıkabiliyor ama..."

" Eşini kaybetti geçen hafta, biliyorsun tek istekleri Nur'u görmekti. Buna müsade etmeyen de sensin, acısını anla biraz. cenazede bizi istemediği için zaten gidip başsağlığı bile dileyemiyoruz. En kısa zamanda Nagihan hanım ve ailesine, her ne olursa olsun taziyeye gitmeyi düşünüyoruz."

"peki öyle olsun, zaten beni ilgilendirmiyor artık. Sadece ucunun bana dokunması canımı sıktı o kadar."

Diyip, ayağa kalktı ve çıkıp gitti Mustafa Bey, bunca serzenişe yine Hatice Hanım gözleri dolu dolu dertleniyordu. Küçük yüreğinin umudun tükeniş naralarını aval aval attığı günlerde ilahi bir rüya Nagihan'ın kendisine çok büyük iyilikler yapmasına vesile olmuştu yıllar önce. Şimdi ise dostlukları, paylaşımları hiçleştirilen kıymetsiz nesnelerden farksız. Keşke hayatlarını dipsiz kuyularda boğan insanlar hiç olmasaydı. Tüm bunları çorap söküğü gibi başlarına ören Mustafa Bey Nur'un varlığını ömrü boyunca kabullenememişti veya Alaca ailesinin yediden yetmişe bütün üyeleri ve varlık günlerinde Nur bir çöp bile miras alamasın diye Ahmet Bey'e etmedik zulmü bırakmadılar. Onların miras hırsı ise bu kötü günlerin ciğer yanığı olarak kaldı sadece. Rahmetli Banu Hanım ahirete intikal edincede herkez bu karmaşık aile dramından elini eteğini çeker olmuştu işte. Açınası gözlerini devirdi şevkatin timsali kadın, geçmişi içleyerek...

Bundan otuz yıl önce severek evlendiler Hatice Hanım ve Ahmet Bey o kadar mutlu, o kadar huzurlu hayatları vardı ki çocuklarının bir türlü olmayışını nazardan sanırdınız. Zira Ahmet Bey gençliğinde kara kaşlı, kara gözlü uzun boylu yakışıklı bir delikanlı, Hatice Hanım ise sürme gözlü, ince belli, çiçek gibi bir genç kızdı. Öyle ki Hatice Hanım bir gün yeşil akikten değerli bir yüzüğü parmağına geçirir geçirmez yüzük tuzla buz olmuştu. Onların göze gelen aşkı gıdım gıdım zehirledi evliliklerini, yılların uzantısında çocuk hasreti aralarındaki nifakı körükledi ve huzurları cehennem oldu. Sonra bir gece Hatice Hanım bir rüya gördü. Aksakallı uzunca boylu bir ihtiyar yağmurun sağınak sağınak yağdığı bir gecede gelerek, ona en yakın arkadaşı Nagihan'ın beşinci çocuğuna hamile olduğunu ve o çocuğun kendilerine yük olacaklarını düşündükleri için aldırma kararı aldıklarını söyledi. Bu rüya o dönem, o yörenin insanının yaptığı bir geleneği akıllara düşürdü çünkü çocuğu olmayan bir geline çocuğunu vermek isteyen birisi makam-ı rıza çerçevesinde verebilirdi.  O sabah öyle heyecanlı ve çoşkuyla uyandı ki mutluluğu yere göğe sığmaz oldu Hatice Hanım'ın, aynı zamanda içinde tarifsiz bir hüznüde tadıyordu. İlk olarak Ahmet Bey ile konuştu, Ahmet Bey eşinin bu mutlu hallerinin hayatlarının eskisi gibi olabileceği sinyallerinin göstergesi kabul etmiş ve isteğini kabul edince erkenden Nagihan ve eşine gidip durumu anlattılar. Buna çocuğun biyolojik anne ve babasıda çok sevinmişti çünkü yaşayan bir canlının doğmadan hayatını elinden alacaklar, çok büyük günaha gireceklerdi. Sevindikleri diğer bir hadise ise evlatları güzel bir eğitim alacak ve onu seven insanların yanında varlık içinde büyüyecekti. Her iki tarafın aile büyükleride müsade edince Nagihan Hanım bir şart sunarak çocuğunu hiç emzirmeden hastanede doğurur doğurmaz,  Hatice Hanımın kollarına verdi. Şartı ise Nur büyüdüğünde bir kez onu görmekti. Onun dışında Nagihan ve Hatice asla görüşmeyecek ve bu durumu kimseye duyurmadan aralarında sessizce kapatacaklardı. Aile çocuğunu teslim ettikten sonra asla görüşmelerini istemeyen ise Mustafa Bey'di. "Eğer paranız gözlerinizi kör etmişse vicdanınızada gem vurulmuş olabilir." Nur'un Alaca ailesine girmesini istemeyen yalnızca Mustafa Bey değildi tabi ki, Nur'un babannesi Banu Hanımda bu durumdan rahatsızlık duyuyor ve her fırsatta büyük oğlu ve gelinini hatta Mustafa Bey'in iki oğlunuda olur olmadık safsatalarla dolduruşa getiriyordu. Banu Hanım büyük oğlunu bu olayda maşa gibi kullandı ve sırtına yaslanıp olanı biteni seyretti. Üstelik bir de ısrarla kendi isminin konmasınıda çiğ imalarda bulunarak kabul ettirmişti. Bunca Nur'a yapılan dışlanmışlığın üstüne bir de Hatice Hanım sahiden hamile kaldığında yaşanacak hadiseyi bir düşünsenize? Kutay'ın doğumu ise evin içine balyoz etkisi yaratacak big bang patlaması niteliğindeydi. Çünkü doğan erkek evlat mirasın üçüncü veliahtı demekti. Mustafa Bey kudurmuş köpekten beter olmuştu. Kendi kanından bir erkek çocuğa asla zarar vermezdi, ama bunun çıkarılması gereken bir savaşı durdurma ihtimalı yoktu, peki 5 yaşında ki Nur'a ne yapabilirdi ki?

Unutmayın, çocuk istismarının temelinde aslında ihmal vardır!!

Süregelen düşünce zinciri onun ani bir ses cümbüşünde irkilmesine neden oldu, gözlerinin nemini silerek kaykıldığı yerden toparlandı. Seslenen eşi Ahmet'ti " kalk artık tasalanma gönlümün piri, onlara karşı biz hep küçüklüğümüzü bildik bilirim onlar büyüklük etmeyi hiç bilmediler. Bak evlatlarımız bize ne saygılı, ne vefalı ağlayanlar bize ağlamasın kendi hallerine ağlasın. Sil gözünün yaşını..." der demez sıkıca sarılmıştı eşine zira ağlayanlar kendi hallerine ağlasın derken hiç laf kalabalığı etmek için söylemedi Ahmet Bey çünkü Mustafa Bey'in oğulları bu çöküş döneminden sonra ailesini ortada bırakmış kaçıp gitmişlerdi buralardan, sonraları bir haber ateş gibi düştü onların evine küçük oğulları uyuşturucu kaçakçılığından ağır hapis cezasına çarptırılmış büyük oğulları ise halen kayıp...

Kitabımı Okuduktan sonra yorumlarınızı, düşüncelerinizi, sevdiğiniz, sevmediğiniz, şöyle olsa dediğiniz ne varsa mesaj olarak veya yorum yaparak belirte bilirsiniz.

Hatalarım var biliyorum, ama birde sizden duymak istiyorum. Yeni bölümlerde ortaya çıkan gerçeklerin arkasında ki sırlara daha ağırlık vereceğim. Bilmenizi isterim. 

Hepinizi seviyorum, sevgilerimle...

Tahammülfersa #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin