DÜN'
O sabah çoşkuyla uyandı, iki tomurcuk serpe serpe iki günde açılmıştı. Kıyamadı koparmaya, koparsa muhtemelen akşama solardı. Büyük bir işçilik göstererek evden bulduğu küçük bir saksıya aktardı gözünün nuru frezyalarını. En ütülü pantolonunu, en şık gömleğini, en afilli kol saatini taktı. Erkeksi bir kokudan ziyade temiz kokmaya özen göstererek koltuk altı önlemlerini aldı. Kumral teni parım parım parlıyor, uzun boyu ihtişamla heybetleniyordu. Bu buluşmayı ayarlamak için kuzeni Betül' e attığı taklaları anımsadı, nasıl da kendince küçük bir oyun oynamıştı meseleyi çay sözünden hiç bahsetmeyerek açmış üstüne birde "bu aralar çok yoğunuz" diye gaf yapmıştı ama neticede o sağlam duruşundan Betül de profesyonel ikna kabiliyetinden taviz vermeyerek günler öncesinden ayarlanmıştı. Bu gün onun günüydü gidecek ve bu gönül meselesine virgül bırakıp artık örneklemeli kelime dizisine geçecekti. Gururla baktı aynada kendine " ne o! ilk kez seni işe değilde düğüne gidiyor gibi görüyorum " işte taki o alaycı sesi işitene kadar, anında kamburunu çıkarttı ezik bir çalışan izlenimi vermeliydi ve "her zaman ki halim" diyerek kıkırdadı. Aceleyle saksısını kucakladı ve kendisine yönelen iki meraklı gözü arkada bırakıp çıktı evden Kutay. Koşuyordu sanki arabasına yürürken, arabanın içine binince evin camlarını dikizledi ilk önce ve sonra kimsenin ona bakmadığına emin olup saksıdaki çiçeğini parlak yağlı kağıtla şık bir şekilde paketledi. Motor sesi aşırı romantik bir çığlık atıyor gibiydi, dinledi, motorun gürültüsüne bile çiğ bir heyecan ile dokunup gazladı abasını. O bu kadar tutkuluydu o sabah işte, oysa bir gün sonrasına kadar tutkusu ayakta kalma savaşı veriyor olacaktı. Telefonuna bir mesaj bildirisi geldiğinde dikkatini hemen yoldan ayırdı Kutay "Nerdesin! Çabuk gelmen lazım. " diyordu Betül. Çattı kaşlarını usulca, cevap bile vermedi mesaja! Daha hızlı sürdü. O gün boyuncada hiç düzelmedi kaşlarının çatıklığı...
*
"Bana bakkk!! Banaaa bakk dedim. Cici şey! Sana çiçek aldım kabul ettt!"
"İğrenç kokuyorsun bu halin ne böyle Berk git lütfen! İçmişsin."
"Hayır cıqhh! cıqqh! Seni istiyorum. "
"Saçmalama ne yaptığını zannediyorsun. Bııırraaaakkkk!! Bırak kolumu!!!"
Betül ise dayanamıyordu artık, resmen Berk Aysu' yu taciz ediyordu. "Yeter! Napıyosun bee!!" dedi bağırarak seslendi, hiç kulak asmadı ona tepki gösterek kıza öfkeyle daha hızlı çekiştiriyordu Aysu'yu " sana ne yavru! İster döverim, ister söverim!" dedi ağzını yaya yaya. İş çığırından çıkmıştı artık umutla Kutay'ın gelmesini bekledi. Ve işte Berk zorla arabaya bindirecekken Aysu'yu, deli kuvvetli bir yiğit yapışmıştı Berk'in gergin kollarına ancak öyle bıraktı kızın çelimsiz ellerini ve rakibine yöneldi. "Sen kimsin piç!" ne olmuşsa bu iğreti kelimenin neticesinde olmuştu. "Sen kimsin de...." Kutay önce anlının tam ortasından bir kafa atmıştı, sonrada yerde sürüye sürüye öldüresiye dayak. Kendine öfkeyle bakan bir bayanın iç sızlamasından habersiz. Öldüresiye dövüyordu alkolün etkisinde sersemleyen adamı, durmuyordu takati kalmayana kadar yarıştı onunla. Alanda ki mermer zemine ise Berk'in başını öfkeyle çarpa çarpa vurduğu an ancak Aysu, önce korkuyla sonra insan haklarına saygılı bir birey edasıyla müdahale etti.*
-Deffoooolllll!!!-Defffoolll!!
Böyle bir tükenişle bitiyordu bu buluşma. Kutay kanlı dizlerini yerden kaldırdı önce, sevdiği kadını gözlerine baktı derince, kafenin ardındaki kaldırıma bıraktığı çiçeği uzattı sessizce, sonra kayboldu. Yok oldu. Aysu ise yok olup giden umuduna baktı öylece sonrada kucağına kondurulmuş çiçeğin üzerindeki karta;
"Her şey gönlünüzce ve güzellikle olsun."
KUTAY ALACA...Olmuştu işte, git demişti git ve gitmişti Kutay! Gönlü yok demişti 'bekle biraz' yoktu artık Kutay! Her şey Aysu'nun istemediği ama oldurduğu gibiydi şimdi. İlk kez önünde kanlar içinde kıvranan bir canlıya müdahale etmedi, ilk kez hızlı bir şekilde başkasından "Betülden" Berk'e yardım etmesini istedi. Ve öylece loş kokusu kendi kokusunu çok andıran çiçeği inceledi. Bir yerlerden bulunmuş, alınmış gibi değildi. Saksıda oluşu, yeni sulanmış gibi taşlı ıslak toprağı, acemice paketlenmiş hali, filizlenmiş taze yaprakları...
" Kendi mi büyütmüş ki? Belkide hobi olarak çiçek yetiştiriyordur. Ooff olamaz n' aptım ben!!"
Derin bir iç çekti Aysu, kendisine seslenen Betül'e döndü " Aysu hadi. Berk meselesini halletmeliyiz. "
"Betül ben n' aptım? Offf!" üzgün kızın omuzlarına tutundu "bir şeyler yapmak istiyor musun sahi?"
"Ya tabi ki çok üzdüm, çok ağır konuştum değil mi? Mahvettim her şeyi."
"O zaman o iş bende, sen hiç düşünme bunlarını. İlk olarak Berkden kurtul."
"Nasıl? Dedi fısıltıyla, o an Betül'ün aklında tilkiler cirit atıyordu.*
İşler Nur ve Eflatun cephesinde ise çok başka bir aşamaya gelmişti bu bir haftalık sürecte. Ufukta giderek merak patlaması yaşayacak olan Nur, ve evin de küçük bir davet için hazırlıklar yapan bir Eflatun vardı. O sabah Kutay'a nazaran Nur neşeli ve mutlu bir şekilde çıkmadı evden aksine çıkarken çok gergindi. Gerçekler anbean tedirgin ediyor zor bir süreci işaret ediyordu. Sakin bir tutum sergilemekteydi günlerdir, usulca arabasına bindi ve sessizce yol aldı. Sağlıkocağının bahçesine geldiğinde ortamın huzurundan bir nebze olsun faylanmak istedi önce kendi etrafında gözlerini kapayarak döndü. Bunu yaparak rahatlamak, nefes almak istedi. Bu esnada elindeki kağıtları ve çantasınıda sıcak bedenine bastırmayı bırakmıştı. Avuc arasına kadar dokunan kurak havayı içine çekti. Yeşil bir bahçenin ortasında bulunuyordu, şehrin en merkezi konumunda olan modern bina. Bu binada çalışmaya başladığı ilk günü anımsadı merdivenleri çıkmadan, artık bir işi vardı. Bunun sevinciyle bu ortamda bulunmak ona çok keyif vermişti. Yaklaşık iki yıl kadar da hiç bıkmamıştı işinden, gün aşırı terapisinide bu merdivenlerde yapmayıda zaman zaman alışkanlık haline getirmişti. Düşünce yığınlarından kurtulup gözlerini araladı. Tam bir dönüşten buçuk fazla dönmüş olacaktı ki sağlıkocağının kapısından görülen yüz metre kadar uzaktaki bir türbeyle buluştu gözleri ve türbeyi çevreleyen yeşil ağaçların arasındaki mezarlığı. "Ölüm" tedirginliğinin nedeni ölümdü. Bu huzurlu ortamı tek huzursuz eden şeyin çarpık mezar taşları olabileceğini düşündü ama nedeni bu değildi. İnsanın içsel merkezinde asla ölüm ürkütücü olamazdı sadece ürkütücü olduğu yansıtılır ve öyle sanılırdı. Yaşamın parçası olan gerçeklerden biriydi, bir velinimetti aslında. Doğmak ve ölmek. Tatlı bir tebessüm ve koca bir iç çekerek halen içsel dengesinde birşeylerin sağlam olmasından ötürü kendine teşekkür etti. Ardındaki merdivenlerde tıkırtı sesleri bırakarak odasına çıktı. Kapıyı aynı tebessüm eden bakışlarla açtı ve derin bir rahatlama yaşadı. Tam masasına yönelip oturacakken ilk kez vucut portfoyunu kapının tıkırtısıyla değiştirdi ve şaşkın gözlerle 'buyrun' diyebildi. İçeri giren girişteki sekreterdi " Nur Banu Hanım sabah buraya sizin adınıza bir zarf geldi. Buyrun"
"Aaa aah, kimden peki "
" Üzerinde hiç bir isim veya adres yok"
" Beklemiyordum ama peki, teşekkür ederim"
" İyi günler" diyerek çıkan kızın ardından hala sakinliğini bozmayarak kapının kapanmasını bekledi. Kapı kapandığı an ise patlama eşiğinde atan kalbine söz geçiremeyerek hızlı ve gergin bir ifadeyle zarfın kapağını yırttı. Parmakları titremekten kağıtda yazan ifadeleri okumakta güçlük çekti ama sonra kocaman gözlerini açıp net bir şekilde yazan yazıyı okudu.
Işık tepe semti, Belbaşı mahallesi no:30
Beni ve hayatımı bir de yakından görmelisin.
EFLATUN HAMAN
"NEEE!!"
Vote ve yorumlarınızı bekliyorum.☺ 🐰
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tahammülfersa #Wattys2016
General FictionInanılmazlığın inanılır yanlarını, yağmalanmış kutuplaşmaları, dualitenin bireyselleştirilmiş algısını ve çelişkilerin çarpıcı iç yüzünü Eflatun Haman( Levent) ve Nur ile sıradışı hayatların bizde nüksediş ve tropik hallerini deneyimleyecek, bakı...