8. Bölüm - kaprisli çiçek, Ayn Rand

58 5 2
                                    


Bütün ev ahalisi erkenden güne başlıyordu bu sabah, en erken evden çıkıp giden daha afyonu patlamamış Kutay olacaktı. Kahvaltıya oturduğu anda " yüzünü yıkadın mı oğlum? " diye çıkışıyordu Hatice Hanım, Kutay ise hem homurdanıyor hemde sürüyordu kendini suyun altına. Nedense uykusunu alamıyordu kaç zamandır? Çünkü Aysu'yu düşünmekten uykuları bile acayipleşmişti bu aralar, hatta dün gece yine uyuyamamış balkonda ki saksının başına çömelip öylece dalarken en verimli uykusunu uyuyabilmişti. İyiden iyiye paranoyaklaştığını düşünüyordu, hiç normal değildi. Aysu 'yu görmek için nazlana nazlana büyüyen bir çiçeğinde kaprislerini çekiyordu üstelik, bu durum annesinden ablasından daha zalimce davranıyordu ona kesinlikle emindi. Kahvaltısı biter bitmez üstünü başını giydi, arabanın başına sürüye sürüye ayaklarında getirdiği ayakkabılarının bağcıklarını bağlayıp arabasına bindi. Bu gün erkenden evden çıkmış olunca dükkana direk inen kentin en ıssız toprak yollarından gitmesine gerek yoktu otobüs güzergahından gidecekti, zaten sabahın yedisinde yollar bomboş olurdu. Sakince, daha üstünde uykunun sersemliği kullanıyordu arabayı durakta duran iki genç bayana takılana dek gözleri, aslında ilk görüş alanına giren Duru teyzesinin küçük kızı Betül oldu. Sabahın bu saatinde ne işi vardı ki durakta? Sonrası, işte sonrası ise Kutay için tam bir muammaydı. Şakakları resmen zonklamaktan kafatasının içini çatlatmak için zorluyor kalbi de, elleri de o ritmi hiç bozmadan bünyesindeki sersemliği azmettiriyor mu, yoksa tetikliyor mu artık orasını bende bilmiyorum.  

O Betül'ün yanında duran ay gibi parlak su gibi berrak kız resmen Aysu'ydu veya ikizi, Kutay ölse o bal dudakları,  kıvrımlı kırmızı yanakları, yay gibi endazen kaşları unutmazdı. Hele de onun ellerinin sıcaklığı ellerinin soğukluğunu nötürlediğinde ortaya çıkan o hissi asla! Kocaman yutkundu, heyecanını kamufle etmesi kendisi için en hayırlısı olurdu, tabi ki birtanecik kuzeni Betül 'e nereye gittiğini soracak hatta gerekirse kızları arabasıyla götürecekti gittikleri yere. İçindeki çoşkunun çokluğuyla durağın önünde artık nasıl frenin manşonunu sıkıştırmışsa araba istop etti. Betül önlerinde pat diye duran arabanın patırtısıyla şaşkınlığını gizleyemeden Kutay yaptığı acayip manevrayı hemen kurtardı. Amacı kızları ürkütmek değildi. Başını uzatıp yüzündeki ifadeyi gizleyerek yan koltuğun camından sadece Betül'ü hedef alan bir bakış attı.

" Hayırdır böyle sabahın bu saatinde nereye gidiyorsun."

"Aa! Kutay,  şey arkadaşımın çalıştığı hastahanede gece nöbeti için hemşire ihtiyacı varmışta, kısa dönem iş başvurusu için gidiyorum. Sen nereye gidiyorsun?"

Kutay ile Betül'ün konuşmasını öylece dinleyen Aysu ise şaşkınlıktan donakalmış kendini daha fazla tutamaz olmuştu. Evet isim doğru, yüz doğru bu o çoçuk! Tanımıştı onu, o beyaz atlı prensi, o kurtarıcısı...

" Dükkana gidiyordum. Kısmetlisiniz. Ee!  Hadi götürüyüm sizi."

Kutay bunları der demez hareketlenmişti Betül, arabanın kapısını açarken arkasında kaskatı,  şaşkınca duran Aysu' ya " Hadi Aysu! Tanıştırırım sizi, kuzenim " diye fısıldadı. Aysu ise kalbinde uçuşan kelebekleri, içinin hasretiyle ışıldayan gözlerini zaten kırmızı olan yanaklarının daha da kızarmasıyla örtbas etti ve arabaya bindi. O arabaya biner binmez onun kokusu sinercesine arabanın dört bir yanına savruluverdi. Kutay bu kokuyu solur solumaz cumartesiden beri canına dokunan her kötü hadiseyi unuttu. Derdi tasası bu kadarcık sürmüştü işte. Arabayı çalıştırırken Betül'ün sesine kulak verdi.

"Kutay çok sağolasın, sana zahmet verdik. "

Kutay ;"Olur mu öyle şey! Hem aynı yere gidiyor sayılırız. Ee anlatsana Betül üniverste nasıl gidiyor?"

Tahammülfersa #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin