Kan. Tek görebildiğim kırmızıdan ibaretti. Ama benim kanım değil, diye düşündüm. Gözlerimin önündeki sahne geçen gece gördüğüm rüyaya aitti. Yerde yatan birisi ve kan, rüyamın temeliydi.
Silah sesi ben Kyungsoo'nun önüne geçerken duyulmuştu. Kyungsoo'nun kolları arasında yere yığıldım. Jaehyun'dan akan kan ayaklarımın altında göllenmişti. Ayaklarımı kendime doğru çektim. Görüntü bağırsaklarımın düğümlenmesine yetmişti. Korku, siyah iplerden bile sıkı sarmıştı beni. Hareket etmek çok zordu. Silah sesini duyduğumda büyük bir acıyla gözlerimi kapatacağımı düşünmüştüm ama şimdi tek yapabildiğim gözlerimi açık tutup Jaehyun'a bakmaktı.
Bir camın kırılma sesi kulaklarıma dolduğunda kendime geldim. İçeri giren iki adamdan biri ilk önce yerdeki Jaehyun'a baktı. "Polisler..."
"Aşağısı çok karıştı!" Üvey babanın elindeki gümüş grisi silah yere düştü. Adamın yüzü süt beyazıydı. Birkaç adım geriledi ve adamlarla birlikte koşarak salondan çıktı.
"Yoora!" Kyungsoo'nun ismimi bağırmasıyla bakışlarımı kapıdan çektim. "Yardım et!"
Beceriksizce dizlerimin üzerinde doğruldum. Kyungsoo gömleğini çıkarıp Jaehyun'un karnına bastırırken "Buraya gel!" dedi. Dizlerimin üzerinde birkaç adım atıp kan gölünün kenarından dolandım. Yarısı kanla ıslanmış gömleği elime tutuşturdu. Kalan tüm gücümü kullanarak gömleği Jaehyun'un karnına bastırdım. Kyungsoo koşarak salondan çıktı. Turuncu beyaz renk kareli gömlek tamamen kırmızıya boyandığında bol tişörtümün altını koparıp yeniden tampon yapmaya çalıştım. Korku çıplak kalan karnımdan tüm vücuduma yayılıyordu. Kırılmış kapıdan içeri bir sedye girdiğinde elimdeki tişört de kandan nasibini almıştı. Teknisyenlerden biri elimdeki tişört parçasını aldı, Jaehyun'un tişörtünü kaldırıp kurşunun girdiği yere baktı.
Birisi beni omzumdan tutup ayağa kaldırdı, Kyungsoo'ydu. Onun yüzünü gördüğüm anda gürültüler boğuklaştı ve sadece kendi hıçkırıklarımı duymaya başladım. Yüzümü boynu ile omzu arasına koydum, ellerim beline sıkıca tutunmuştu. "İyi olacak." dedi saçlarımı okşarken. Bir polis ikimizi ayırana kadar öyle kaldık.
Sıkıca tuttuğum kayıt cihazını polis memuruna uzattım. "Tüm konuşmalar burada." Elimdeki cihazı aldığında gözlerim beyaz sargıda takılı kaldı. Parmak aralarımdan geçen sargı bileklerimdeki kırmızı kesikleri de örtüyordu.
"Hatırladığınız bir şeyler veya atladığınız küçük ayrıntılar var mı?" Polis memurunun sorusu beni on gün öncesine götürdü. "Hayır." dedim. Bu sefer sesim sakindi, gözlerimde nefret ya da öfke yoktu.
Elimdeki sargıya bakarak "İmza atabilecek misiniz?" diye sordu. "Evet." Mavi kalemi bana uzattı. İlkokulda yazmayı öğrenirken başparmağım ve işaret parmağım su toplamıştı. Parmaklarımın arasındaki mavi kalem bana bir şeyler öğrenmek için acı çekmek gerekiyor, diye düşündürdü.
Mürekkebi bir insanın bencilliği olan kalem benim hayatımdan on sayfa, Kyungsoo'nun hayatından ise beş senelik koca bir defter çalmıştı. Bu siyah renkli mürekkep kalıcı değil, diye düşündüm. Buradan çıktığımız anda sayfalarımızın beyazlığına zıt bu mürekkep, duman olup havaya karışacak.
Geniş koridordaki banklardan birine oturdum. Üzerimdeki mavi kıyafetler bana iki beden büyük gelmişti. Hemşirenin kuruttuğu saçlarım açıktı, arasındaki sarı tutamların rengi gözüme daha açık gözüktü. Işıktan olmalı, diye düşündüm. Işıktan olmasa bile tekrar boyarım. Belki bu sefer rengi ablam yerine Kyungsoo ile beraber seçeriz.
Karşımdaki kapı açıldı ve Kyungsoo'yu gördüm. Onun üzerinde de mavi bir tişört ve pantolon vardı. Gözlerimden bir parıltı geçti. Benim gözlerimdeki parıltıya inat onun gözlerinde boğucu bir karanlık vardı. Karanlık beni içine aldığında gözlerimdeki parıltı kayboldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Moon | Do Kyungsoo
FanfictionAy gökyüzündeki yerini aldığında tüm gerçekler ortaya çıkar. 24.09.2016 Kısa Hikaye İçinde #9 The Moon |@Balaccie| Tüm hakları saklıdır.©