Zaman bulanıklaşmış, ağırlaşmış hatta bir an için durmuştu. Ayağımın altındaki zemin hafif hareketlerle titriyordu sanki. Duvara tutundum. "Ne zaman?"
"Ben ikinci evliliğimi yaptıktan bir sene sonra." Renksiz gözlerinden yaşlar akmaya devam ediyordu. Altı saat önce film izlerken kahkahalara boğulan kadından geriye hiçbir şey kalmamıştı.
"Beni arayıp görüşmek istediğini söylemişti. Birkaç kez buluşup bir şeyler içtik. Son buluştuğumuzda beni yeni eşim hakkında uyardı. Onu dinlemedim, hatta tokat attım ona. Kyungsoo'nun onun için yazdığı mektubu vermek için döndüğümde gördüm." Sesi hıçkırıklarının arasında kayboldu. Camdan süzülen ay ışığı solgun gözlerinde parladı. "Ona neden anlatmadınız?"
"On bir yaşındaki bir çocuğa babasının siyah bir duman tarafından öldürüldüğünü nasıl söyleyebilirdim ki!" Elimdeki bardağı köşedeki metal mumluğun geniş bir yüzeyine bıraktım. Bayan Do her an yere düşecekmiş gibi duruyordu, onu kanepeye oturtup bardağı tekrar aldım ve ona uzattım. Küçük yudumlar alıp bardağı bana geri verdi. "O... O babasının yurtdışında olduğunu sanıyor."
Bulutlar son yıldızları da yutarken odama döndüm. Açık bıraktığım pencereden içeri giren rüzgârın dokunuşuyla titredim. Ağzımda küflü bir tat vardı. Aklımdaki çılgın kalabalığı dağıtmak adına yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Bir süre odamda oyalandıktan sonra Kyungsoo'nun odasına gittim. Kapıyı hafifçe tıklatıp içeri girerken sebepsizce arkamı kontrol ettim. Yatak başlığı leylak rengindeydi, kapının hemen yanındaki masa da öyle. Soldaki dolabın kolları yarı değerli taşlarla süslenmişti, taşlar cüretkâr bir şekilde parlıyordu. Dolabın hemen yanında, aşağıdaki metal mumluklardan vardı. Sağ tarafta ise büyük bir pencere yer alıyordu.
Hafif adımlarla ona doğru yürüdüm. Kırık beyaz, ince yorganın altında kıvrılmıştı, siyah saçları yastığının üzerine özenle dağılmış gibi duruyordu. Elimi saçlarında gezdirdim. Yumuşacık.
Yüzünde huzurlu bir ifade vardı, kirpikleri hafifçe titredi. Dokunuşlarımdan uyanabileceğini düşünüp elimi hızla geri çektim. Sen beyazsın, tıpkı bu yorganın rengi gibi kırık beyaz. Çokça kırığın var, hala kan akan yaraların, küçük kesiklerin... Kanatlarından çok tüy kopmuş. Ama hepsini iyileştireceğim. Kanatlarında yepyeni tüyler çıkacak; beyaz tüyler.
Ani bir istekle tekrar saçlarına dokundum. Renksiz bir dünyada yürüyorduk ama yağmurun yağmasına az kalmıştı, biliyordum. Yağmurdan sonra çıkacak gökkuşağının renkleri dolacaktı hayatımıza.
Yaklaşık bir buçuk saat sonra gül renginde yeni bir gün doğdu. Yüzüne düşen güneş ışıklarıyla yüzünü buruşturdu Kyungsoo. Gözlerini hafifçe araladı. Yüzümdeki gülümsemeyle "Günaydın." dedim. Şaşkın bir ifade yerleşti yüzüne. Yatakta doğrulurken "Günaydın." diye karşılık verdi. "Beni uyandırmaya mı gelmiştin?"
"Hayır." dedim. "Seni uyurken izlemeye gelmiştim."
Oturduğum yerden ayağa kalktım. "Şimdi de gidiyorum." Arkamı döndüğümde kolumdan tuttu ve hafif bir hareketle kendine çekti. Yatağa, onun hemen yanına düştüğümde gülüyordu. Yastığa uzandım. Ne yapacağımı fark ettiğinde kolumu tuttu. Tutuşundan kurtulduğumda tekrar yastığa uzandım. İki farklı ucundan tuttuğumuz yastığı aramızda çekiştirdik. O biraz fazla çektiğinde ona yaklaştım. Nefesi yüzüme çarpıyordu. Gözlerimin önüne düşen saçlarımı geriye itti ve güneşten daha sıcak bir öpücüğü dudaklarıma kondurdu.
Eskiden daha fazla yorum geliyordu, daha büyük bir ilhamla yazıyordum ben de. İlhamımın büyük bir kısmını sizin yorumlarınızdan alıyorum. Lütfen görüşlerinizi bildirmekten çekinmeyin. Sizi seviyorum <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Moon | Do Kyungsoo
FanfictionAy gökyüzündeki yerini aldığında tüm gerçekler ortaya çıkar. 24.09.2016 Kısa Hikaye İçinde #9 The Moon |@Balaccie| Tüm hakları saklıdır.©