Her adım tedirginlik ve endişe doluydu ama korkudan eser yoktu. Önümde karanlık bir yol ve arkamda karanlık bir adam vardı. Elim hala kolyemdeyken ikinci sokağa saptım. Yüz on yedi, yüz on sekiz, yüz on dokuz... Sayılar gecenin karanlığında parlak olan tek şeydi.
Adamın soğuk nefesini ensemde hissediyordum. Böylesine yakınken varlığını inkâr etmek aptallık olurdu. Oyunu onun istediği gibi oynamaya karar verdim. Tedirginlikle arkamı döndüğümde onu ilk defa görüyormuş gibi davranıp yüzümdeki korku ve dehşet dolu ifadeyle ona baktım.
İnsan kılığına bürünmüş bir et yığını daha. Gerçeküstü dünyamda çürüyen etin kokusunu alabiliyordum. Mide bulandırıcıydı. Adam iğrenç gülümsemesiyle yüzüme bakıyordu. Bana doğru bir iki adım attığı anda çığlık atıp koşmaya başladım. Çıkmaz sokağa girdiğimde zaman kavramı eğilip büküldü ve ince bir hal aldı. Sırtımı duvara verip arkamı döndüm.
Adam dört beş metre uzağımda ama tam karşımdaydı. Bana doğru bir iki adım atarken sırıtışı daha iğrenç bir hal aldı. Sokak lambasından süzülen loş ışığın altında sararmış dişleri bir canavarın dişlerine benziyordu; sivri, keskin ve yamuk. "İşte şimdi bitti." dedi adam aramızdaki yolu adımlamaya devam ederken. Sırtımı duvardan ayırdım. "Hayır. Asıl şimdi başlıyor." Adamın arkasında beliren Kyungsoo karanlıkta yakılan bir mum gibiydi. Adamın boynunu kolları arasında sıkıştırdı. Ağır adımlarla onlara doğru yürüdüm.
Adam Kyungsoo'nun kollarından kurtulmaya çalışıyordu, şimdiden yüzünün renk değiştirdiğini görebiliyordum. "Bırakın beni!" diye bağırdı. "İstediğimiz cevapları verirsen neden olmasın." dedim. Adamın omzunun üzerinden Kyungsoo'ya baktım. Söz verdiği gibi bu iş sadece üç dakika sürmüştü; üç dakika sonra tekrar yanımdaydı.
Markete girdiğimizde onu atıştırmalıklarla dolu iki rafın arasına çekmiştim. "Zamanı geldi." demiştim ona. "O canavarı ait olduğu yere, kafesine göndermeliyiz."
Korkmamalıydık. Korku, kaybetme nedenidir ve bizim kaybetme lüksümüz yok.
"Ben çıktıktan bir dakika sonra çık ve en az altı metre uzaktan gel." Elimden tutup "Ben giderim." demişti. "Giden sen olsan bile burada benimle kalır, benim daha kolay lokma olduğumu düşünüyordur." Sesim fısıltı gibiydi. Raflardan bir çikolata alıp ona uzatmıştım. "Sen seversin."
Çikolatayı elimden aldığında kasaya doğru ilerlemiştik. Adamın kafasını arkamızdaki rafın üzerinden görmüştüm. Açık bir alanda tek başına duran bir ağaca benziyordu. Kyungsoo kasada çikolatanın parasını öderken elimi elinden ayırıp çıkışa doğru ilerlemiştim.
"Ne cevabı!" diye bağırdı adam. Morarmış dudakları acıyla gerildi. "O nerde?" diye sordu Kyungsoo.
"Kim?" Adam bilmezlikten geliyordu. "Kim olduğunu biliyorsun." dedim.
İnceleyen gözlerle adama baktım. Boyu Kyungsoo'nunkinden biraz uzundu, en fazla otuz beş yaşında olmalıydı. "Her geçen saniye biraz daha nefessiz kalacaksın." Dedim tehditkâr bir şekilde. "Merkezden uzakta!" Vakit kazanmaya çalışıyordu.
"Bu istediğimiz cevap değil." dedim. Kyungsoo adamın boğazını biraz daha sıktı. O anda bir köpeğin sesini duydum. Boğazdan gelen hafif bir hırıltıydı. Etrafa bakındım. Hayır, lütfen! Şimdi olmaz!
"Bir dakikan kaldı dedim." adama. "Bir dakika sonra ciğerlerine hava gitmeyecek." Sesim sakindi, korkumu bastırıyordum ama Kyungsoo yüzümdeki değişimi fark etmiş olmalıydı. Köpeğin hırıltısını tekrar duydum. Sonsuzluk gibi gelen iki dakikanın sonunda sarı köpeği gördüm. Boyu bir metreden fazlaydı, parlayan gözleri ve sivri dişleriyle tam Kyungsoo'nun arkasındaydı. Ağzından köpüklü beyaz salya akıyordu. Tekrar hırladı. Onunla göz göze geldiğimde midem düğümlendi ve aklım beni terk etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Moon | Do Kyungsoo
FanficAy gökyüzündeki yerini aldığında tüm gerçekler ortaya çıkar. 24.09.2016 Kısa Hikaye İçinde #9 The Moon |@Balaccie| Tüm hakları saklıdır.©