•°°•°°•°°•°°•°°•°°°•°°•°°•°°•°°•°°•°°•°°•°°•°°•°°•
Eylül Yıldırım.Şu son zamanlarda, vardı bende bir şeyler bak, ahanda buraya yazıyorum. Sabahleyin olanlar felaketin daniskasıydı zaten. Önce kendimi kaçırılmış sanıp ninja ayakları yapmıştım, ardından sakarlığın dibine vurmuş ve büyük bir gürültü çıkararak haliyle Utku için değerli olan vazoyu kırmıştım. Vazoyu kırmakla kalmamış, dünyalar datlusu -öhöm yani burada yalan konuşup boşu boşuna çarpılmaya gerek yok, Allah çocuğu özene bezene yaratmış yane ne diyeyim? Tamam sizin ağızınız daha fazla sulanmadan bu konuyu kapatıyorum bu arada bunlar aramızda kalıyor kimseye söylemek yok, tamam mı?- Utku Bıçakçı'nın kafasını kırıyordum az kalsın! Göz göre göre gidiyordu dağ gibi çocuk. Sonracıma, şu şom ağzımı tutamayarak Utku'ya resmen 'oh my Allah! Analar neler doğurmuş!' diyerekten rezil olmuş, utancımdan gökkuşağı gibi renkten renge girmiştim. Furkan ve Ilgın'ın da orada olmaları işin cabasıydı. Ondan da sonra adının Rüya olduğunu öğrendiğim sözüm ona Utku nun sevgilisi -böyle deyince vallaha içim gidiyor ya, o kız ve Utku yani düşünün dehşet!- çıkagelmiş, bana sürtük (!) muamelesi yapmıştı ve işte kaçınılmaz son. Kızı saç baş yolmam, beni ondan zorla ayırmaları, Utku tarafından tepetaklak edilmem ve midem alt üst olduğu için kusmam. Ne demiş Recep İvedik amcam, iyi insanın içinde kötü şey olmazmış. Evet size katılıyorum, ben de kendimden tiksindim şu an. Konumuza dönelim biz en iyisi. Kusmak benim için önemli değildi, ben lavaboya yetişemeyip okulun koridorunun ortasında kusarken kimseyi takmayan insanım ama Utku nun yanımda olması çok fenaydı işte. Ya, bir gün içinde bu kadar fazla yüz kızartıcı olayı nasıl yaşayabiliyorum hala bu konuda şaşıyorum kendime. Bitti mi sanıyorsunuz? Daha gün bitmediği gibi, tuhaf olaylar peşimi bırakmadı tabii. Hemen anlatayım.
Hani bir an gelir de hiç aklına gelmeyecek bir şey yaşarsın da şaşırır kalırsın ya. Işte şu an benim durumumu anlatabilecek en uygun ifadeydi şaşkınlık. Ama niye şaşkındım? Neye şaşkındım, kime şaşkındım? Bu soruların hepsinin cevabı karşımdaki şahısta mevcuttu işte. Bir kere şaşkındım çünkü; zorlama aile yemekleri haricinde İLK DEFA Berkant ile -bakın altını çiziyorum Berkant ile!- karşı karşıya adam gibi oturmuş, birbirimize sataşmadan veya alaycı bakışlar atmadan veya alttan alttan laf sokmadan (gerçi ben alttan alttan değil, lafımı hakkıyla direk sokardım orası ayrı mesele) sakince bakışıyorduk. Daha doğrusu ben onun ağzındaki baklayı -başka zaman olsa bakla demezdim ama neyse- çıkarmasını SESSİZCE bekliyordum. Şu son zamanlarda ikimiz de benliğimizden tamamen farklı davranmaya başlamıştık sanki. Berkant'ı hele hiç anlamıyordum! 18 yaşının getirdiği olgunluk mu dersiniz farkındalık mı bilemem ama bu tür şeyler bana yabancıydı.
''Ne konuşacaksın ki benimle? '' diye sordum sakin bir ses tonuyla. Bu soruma dudaklarını hafifçe kıvırarak gülümsedi. Durun bir dakika. Berkant. Bana. Gülümsedi. Yanlış görmedim değil mi? Pis pis sırıtmadan gülümsedi? Gözlerimi bir kaç kez kırpıştırıp daha dikkatle baktım. Bu bir göz yanılması değil miydi? Hayır, değildi. Kıyamet alametleri dedikleri bu olsa gerek. Berkant bile bana gülümsüyorsa dünyanın sonu gelmiş olmalıydı. Berkant , benim bu şaşkın hallerime biraz daha gülümsedikten sonra sakin bir sesle konuştu.
''Bak, Eylül. Çocukluğumuzdan beri birbirimize sürekli uğraşıp durduk...-''
''Ben ne uğaşmışım be seninle?!'' diye birden çemkirerek sözünü kestim. ''Gelip durup dururken bana sataşan, benimle alay eden çocuklar ile birlikte olup hunharca gülen ve son beş yılımın tüm tatillerini bana zehir eden kişi sen değilmişsin de dedemmiş gibi konuşma istersen. Bir de gelmiş sanki çok güzel geçirmişim gibi çocukluğumdan bahsedip eskileri yad ediyorsun. Ne çabuk unuttun bana hayatımı zehir ettiğin günleri? Ha? Söylesene Berkant Soykıran, asıl amacın ne? '' diye tısladım ona.