Şubat 2016İki hafta, koskoca iki hafta geçmişti aradan ve Kaan hala uyanmamıştı derin uykusundan. Her gün uyuyor sadece serumlarla besleniyordu. Ne zaman uyanacağını ise sadece tanrı biliyordu, uyanacaktı değil mi?
Sinan ise her gün başında dua etmekten başka bir şey yapamıyordu, elleri kolları bağlıydı ona bir yardım eli uzatamamaktan öyle gocunuyordu ki kalbinin dili olsaydı da söyleseydi keşke. Her gün ona çeşitli kitaplar okuyordu bazense geçmişini hatırlatıyordu, Kaan'a geçmişteki şerefsizliklerini anlatıyordu şaşkınlıkla. Bazen de sorguluyordu, önünde ellerinin arasındaki yatan bedenin yerine, kendini...
Ara sıra Rüzgar geliyordu kendi dertlerinden fırsat bulabildiğinde, genelde de akşam gidiyor ve Sinan'ın biraz olsun yükünü hafifletmeye çalışıyordu. Öyle yorulmuştu ki Sinan bu süreçte ne ağlayabiliyordu ne de gülebiliyordu, ağlasa bir ağlasa rahatlayacaktı fakat vicdanı onu hapsetmişti geçmişine. Elinde olsa kendini dövmek istiyordu öldüresiye dövmek, fakat şu an ona lazımdı. Şu an kendine zarar veremeyecek kadar acizdi.
Bora ise her gün uğruyordu Kaan'ın yanına, beş dakikalık da olsa durumunu öğrenip biraz Sinan'la laflayıp gidiyordu, çünkü artık babasının zoruyla holdingde çalışmaya başlamıştı ve neredeyse babasından daha çok çalışıyordu. Bu iki haftalık süreçte ne o Rüzgar'la konuşmuştu ne de Rüzgar onunla ikisi de cebelleşiyordu gururdan oluşan çöllerde. İkisi de kavruluyordu güneşin yakarışında.
İnci Hanım ise her gün gözyaşı döküp biraz daha eriyordu, üzüntüden... Ne bir doğru düzgün yemek yiyordu, ne de uyuyabiliyordu. Sinan bir tarafta İnci Hanım bir tarafta Kaan'ın uyanması için ellerini yukarı kaldırıp, dualarına dua ekliyorlardı. Tek dilekleri Allah'ın onlara Kaan'ı geri vermesiydi. Tek dilek, tek gerçek...
***
Rüzgar kendi evinde kalmaya başlamıştı İstanbul'da. Kaan hastaneye yattığından beri sadece arada bir Eskişehir'e gidip geri dönüyordu. En son Ekim'le konuştuklarında ise yarın sevgilisi ile gelecekti İstanbul'a. Ne kadar Kaan'la yüz yüze konuşmasalar da Rüzgar sağ olsun her konuşmalarında Kaan'ı anlatmaya başlıyordu ve ister istemez Kaan'la dolaylı yoldan tanışmışlardı. O yüzden ziyaretine gelmek istemişti Ekim, Ezo'yla birlikte. Hem ikisi içinde bir değişiklik olacaktı, sonuçta okul başladığından beri çok yoğun dersleri vardı ve haliyle ikisi de felaket sıkılmışlardı Eskişehir'den de okullarından da...
Rüzgar boşluktaydı şu son günler, düşünemiyordu mesela. Bunu bırakalı uzun zaman olmuştu hiçbir şey düşünmüyordu eskiye dair. Hiçbir şey yapmıyordu insani ihtiyaçlar haricinde bütün günü uyku, yemek, tuvalet bu üçünün arasında geçiyordu bazense kitap okumak işte belirli saatlerde de Kaan'ın durumunu öğrenmek için hastaneye gitmek hepsi bu kadardı. Saçları uzamıştı, sakalları uzamıştı ve o hiçbir zaman bu kadar bakımsız olmamıştı. Bazı şeyleri algılamamaya başlamıştı, yoldan geçen bir insan ona saat sorduğunda bir şey söylemiyordu, öylece bakıyordu o kişinin suratına anlamıyordu, çünkü beynine sinyaller gitmiyordu. Tabiri caizse tam anlamıyla mal gibi olmuştu. Ve o ailesinden sonra babaannesini kaybettiğinde bile böyle olmamıştı, bu kadar kötü değildi durumu, bu kadar sürünmemişti, mesela bu kadar ölmemişti ruhu.
Bir kara delik geldi de hapsetti içine. Bir karanlık çöktü de kurtaramadı kendini. Bir zindan oldu da yüreği parmaklıkların ardından bakabildi geleceğine. Bir gölge karanlıkta bile gitmez oldu ayaklarının ucundan. Bir kader yazıldı da alnına, silinmez oldu suyla çamurla...
Yatıyordu, yorganı kafasına kadar çekmiş bir şekilde. Nefes almakta zorlanıyordu fakat bu ondan zavallı bir halde zevk alıyordu. Çünkü ancak o zaman kendine yoğunlaşabiliyordu, zorlanarak... O hala bu oyunu oynayarak acı çekmeye devam ederken, komodinin üzerindeki telefonu çalmıştı. Baksam mı, bakmasam mı ikileminin anasını ağlatarak bakmaya karar kılmıştı, yine kararlarının arasında sıkışarak. Yorganı üfleyerek vücudunun yarısına kadar katladı ve kollarının altına alarak derin derin nefesler almaya başladı. Oksijensizlikten kan ağlayan ciğerleri bayram etmişti. Bu arada telefon hala çalmaya devam ediyordu, istikrarlı bir şekilde. Mühim bir durum muydu? Belki de hayatına bir heyecan gelebilir diye bir ümitle telefonuna yöneldi ve arayanın Sinan olduğunu gördü. Akabinde aniden ciddileşerek o mühim olay hakkındaki düşüncesini lanet okuyarak geri aldı ve telefonunu sonunda açtı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIMDAKİ CENNET
JugendliteraturSen zamansızdın sevgilim, zamansız acıların kurbanı. Sen kaderin kara kaplı defterinde ilk sayfaydın, ilk yaralı. Sen hayata göğüs gerecek kadar büyük, fakat küçük bir çocuk kadarda kırılgandın. Sen kimsenin sahip olamayacağı kadar eşsiz ama...