"Abi şuraya bırakıver çok sağ ol, bundan sonrasını ben hallederim" dedi Rüzgar otobüs görevlisine.
"Tamam kardeşim" dedi görevli, tekerlekli bavulu otobüsün bagajından çıkatıp yerine koyarak.
Rüzgar gülümsedi otobüs görevlisine ve teşekkür edip bavulun sapından tuttuğu gibi sürüklemeye başladı, otogarda. Hava çok soğuktu; İstanbul'un soğuğu burasının yanında bir şey ifade etmiyordu, çünkü burası Eskişehir'di. Eskişehir soğuktu, hele ki bu mevsimde insanın kemiklerini bile titretirdi. Fakat Rüzgar özlemişti burayı, burasının ona iyi geleceğini de biliyordu.
Oturdu, otogardan çıkıp bir banka. Kokusunu çekti içine ne kadar özlediğini hatırladı, çektiği havanın ciğerlerine dolmasıyla birlikte. Üşüdü fakat montunun fermuarını daha fazla açtı; daha çok üşümek istiyordu, üşüyüp titreyerek kendisine gelmek için. Çünkü burası artık yeni yaşam merkeziydi, burada yeni başlangıçlar yapmak İstanbul'da yaptığı hataları yapmamak için çok çalışacağı bir şehirdi.
Sele serpe oturduğu bankta cebinden titreyen telefon yüzünden irkilerek doğruldu, toparlandı ve elini hemen montunun cebine attı, eline gelen iki üç şeyi bırakarak telefonuna ulaştı. Arayan numara arkadaşı Ekim'e aitti.
"Kardeşim geldin mi? Aramadın hiç merak ettim seni." dedi telefonun diğer ucundaki ses, uykulu bir vaziyette.
"Geldim kardeşim geldim, arayacaktım seni otura kalmışım şu kokusunu özlediğim şehrin bir bankında." dedi Rüzgar kendi kendine tebessüm ederek.
"Ha tamam Rüzgar'ım; çek içine iyice havasını, çek ki bir daha çıkmasın içinden bu güzel şehrin kokusu."
"Hah sen çok yaşa be, ne güzel konuştun şair kardeşim benim. Neyse o değil de ben tramvaya binecektim değil mi?" dedi Rüzgar.
"Evet, tramvaya binip bağlar durağında ineceksin." dedi otoriter bir sesle Ekim.
"Tamam tamam zaten tramvay durağı karşımda ben sorarım görevlilere."
"Tamam o zaman hadi çabuk gel bekliyorum, özledim kardeşimi."
"Bende Ekim'im bende, az bekle hemen geliyorum!" deyip telefonu kapattı. Ardından tekrar bavulun sapından tuttuğu gibi ilerledi, direkt karşısındaki durağa.
"Merhaba ben bağlara gideceğim de hangi numaraya binmem gerek." dedi Rüzgar durağa vardığında görevlinin yanına gidip.
"Ssk-Otogar, yazan tramvaya bineceksin kardeşim, içindede anons yapılır zaten bağlar dediğinde inersin." dedi görevli, sabahın erken saati olduğundan esneyerek.
Daha sonra Rüzgar tam teşekkür edeceği sırada,
"Biletin var mı?" diye sordu adam.
"Haa biletim yok abi ya, nereden alıyoruz?" dedi Rüzgar.
"Bayiler daha açılmamıştır" diyerek ilerledi adam ve turnikenin yanındaki çocuk arabası girişi engelini açarak, "Geç bakalım" dedi.
Rüzgar şaşırmış bir vaziyette görevlinin yüzüne baktı ve gülümsedi, bu devirde iyi insanlarla karşılaşması tuhafına gitse de onu mutlu etmişti.
"Çok sağ ol abi" dedi durağa girerken ve daha sonra arkasına bakmadan yürüdü durakta, az ilerisinde bank görünceye dek. Uykusuzluktan sersem gibiydi, ayakta durmak için direniyor fakat duramayacağını anladığı an kendisine en yakın oturulacak yere gidip oturuyordu.
Telefonuna baktı ve saatin sabahın 06:00'sı olduğunu fark etti. Telefonundan kafasını kaldırdığı anda ise ilerisindeki rayların üzerinden gelen tramvayı gördü, kendi kendine tebessüm etti ve uzayan kumral saçlarını eliyle geriye atıp ayağa kalktı. O sırada tramvay çoktan gelmiş ve kapıları açılmıştı. Kimse yoktu içinde, tek bir koltuk bile dolu değildi bu bayağı hoşuna gitmişti ve gözüne çarpan bir cam kenarına oturdu. Buradan tramvay ilerlerken güneşin kızıl turuncu renginin, bulutlara yansıttığı tabloyu seyredebilecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIMDAKİ CENNET
Roman pour AdolescentsSen zamansızdın sevgilim, zamansız acıların kurbanı. Sen kaderin kara kaplı defterinde ilk sayfaydın, ilk yaralı. Sen hayata göğüs gerecek kadar büyük, fakat küçük bir çocuk kadarda kırılgandın. Sen kimsenin sahip olamayacağı kadar eşsiz ama...