"Damarını kessen özgüven akar bazı kadınlarda...
Yürüyüp geçerken yanınızdan bakmanızın sebebi güzelliği değil, rüzgarıdır..
Bir an denizden eser, bir an karadan.
Ruhunun istediğine bağlı...
Konuşurken elini kolunu ve mimiklerini kullanır.
İzlemek dinlemekten daha keyiflidir...
Şiir gibi konuşup, samimiyetleri ile sarhoş ederler..
Ve bu kadınlar hayatınızdan öylece geçip giderler.."-Özdemir Asaf🍃
Arslan Kuğulupark'ta omzuna attığı ceketiyle yürürken yanına gelen Dolunay'a döndü.
"N'aber?"
"İyidir Dolu. İstanbul'a ne zaman gideceksin? Mustafa, İstanbul'daki şirkette bazı problemler olduğunu söylemişti. İstanbul işi sende."
"O iş bende, aynen. Yarın akşama uçağım var. Hallederim meseleyi. Senin canını sıkan bir şey var, değil mi? Beni buraya bu yüzden mi çağırdın?"
"Evet, canımı sıkan bir şey var. Bugün öğlen şirkete bir adam geldi. Senin hakkında ileri geri konuştu. Elinden bir şeyler almışsın. Ne olduğunu tam anlayamadım ama araştırsan iyi olur. Belaya bulaşma Dolunay."
Arslan konuşurken durup elini Dolunay'ın omzuna atmıştı. Omzunu sıkıp yürümeye devam etti. Dolunay ise kaşlarını çattı. Belaya bulaştığını sanmıyordu. En azından bilerek!
"Hallederim, merak etme."
🍃
"Yanakları sıkılası ponçik adamın biri, ha! Seni parçalamak istiyorum Gülsüm!"
Arkadaşlarımın kendilerince bir çöpçatanlık işine giriştiğini düşünmeye başlamıştım ki bu durum gerçekten canımı sıkıyordu. Hele de şu iddia işine sazan gibi balıklama atlamışken! Kendi kendime söylenmelerim kafasını kapıdan içeri uzatan asistanımla yarıda kesildi.
"Sare hanım? Arslan bey sizi çağırıyormuş." Bu sözlerin ardından da sinirden elimdeki kurşun kalemi ortadan ikiye kırdım. Asistanımın fal taşı gibi açılmış gözlerine rağmen sinirle çemkirdim.
"Lanet herif! Uşağın mıyım ben senin be? İşim gücüm var benim!"
İlk tanıştığımız günden beri Arslan Balas, ben yanında olmadan hiçkimseyle görüşmemeye başlamıştı. Aradan geçen yaklaşık 2 haftada en ufak bir toplantıda bile benim hazır bulunmamı istemişti. İlk başta hoşuma gitmişti itiraf etmeliyim, ancak gelin görün ki işin çığrından çıkmaya başladığını çok geçmeden fark ettim. Dün ortağı Dolunay Mirova ile konuşurken bile beni çağırtmıştı ve bu benim için bardağı taşıran damlaydı artık.
Delirmemek işten değil! Adamın ne yapmaya çalıştığını biliyorum. Beni deniyor. İş teklifini de reddettim ya aklınca burnumu sürtmeye çalışıyor. Nereden mi biliyorum? Tıp fakültesi yaşam mücadelesi demektir de oradan! Hoca kıdemli asistana kayar, kıdemli asistan da kendi çömezine. Tahammül sınırlarınızın sonuna geldiğiniz halde gıkınızı çıkarmazsınız çünkü yapacak bir şeyiniz yoktur. Yani uzun lafın kısası bana bu numaralar sökmez! Ben daha kötülerini gördüm Arslan Balas, sen beni yıldıramazsın...
Ancak tabi ki susmamın asıl sebebi eğer çemkirirsem işten atılma ve dolayısıyla iddiayı kaybetme tehlikem olması. Şu inadım kurusun e mi!
Sırf bu gereksiz çağrılmalarım yüzünden iş yüküm de iki katına çıktı, artık mesaiye kalmaya başladım! Çünkü iş yapacak vaktim yok. Resmen yedi yirmi dört adamın özel asistanıymışım gibi davranıyor bana! Bir şey yaptığım da yok üstelik. Saksı gibi köşedeki koltukta oturup kibarca -ama içimden Arslan Balas'a nadide hakaretlerimi yollayarak- gülümsüyorum. Tüm bunlar yetmezmiş gibi mesaiye kalmaktan da ödüm patlıyor. Tek başıma koskoca şirkette kalmaktan hiç hoşlanmıyoum. Buna mecbur kalmaksa sinirlerimi daha da bozuyor. Sinirlerim bozuldukça tahammül sınırım düşüyor, tahammül sınırım düştükçe sinirlerim daha da bozuluyor! Nasıl bir kısır döngünün içinde olduğumu fark ettiniz, değil mi? Kendimi Arslan beyin gülümseyen saksısı gibi hissetmeye başladım artık!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hatırla Beni
Roman d'amour#1 hatırla #2 doktor Her şey bir iddiayla başlamıştı... Ya da çevresindekiler öyle söylüyordu... Önemi yoktu çünkü genç kadın hiçbir şeyi hatırlamıyordu! Peki bu iyi miydi, yoksa kötü mü? Her şeye yeni bir başlangıç yapmak isteyen genç bir adam için...