Ellerimi belime koyup karşımdaki iri adama gözlerimi diktim. Anlamsız bir şekilde ondan korkmuyordum. Hatta aksine burda olmasından memnundum. O çarpışmamızdan beri tek istediğim tekrar görüşebilmek değil miydi zaten? Ah, neler diyorum ben? Adamı tanımıyorum bile!
''İçeri nasıl girdin?'' Ellerimi belime koyup cevap bekledim. Omzunu silkip belli belirsiz bir gülümsemeyle cevap verdi.
''Yatak odanın camından.'' O kadar normal bir şeymiş gibi söylüyordu ki bir an için garipsemedim bile.
''Ah, zaten genelde odamın penceresinden girerler evime. Çok alışkınımdır böyle bir şeye.'' Gözlerimi devirip koltuğa oturdum. Kumandayı alıp kanallara bakınmaya başladım. O kadar rahattım ki sanki onu yıllardır tanıyordum ve pencereden girmiş olmasına rağmen bana zarar vermeyeceğinden emindim. Daha adını bile bilmiyordum! Yanıma oturdu ve yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi.
''Hadi amaa. Aklında yüzlerce soru olduğunu biliyorum. Mesela beni nereden tanıyorsun? Çarpıştığımızda kendine bile itiraf edemediğin hislerini nasıl sıraladım? Neden evindeyim? Adım ne?''
''Bir kaç teorim var aslında. Mesela sen sapık bir medyumsun. Aklımdan geçenleri okudun bunu kullanıp dadandın bana. Kesin bir şeyler çalmışsındır hatta.'' İki saniye içinde uydurabildiğim tek teori buydu ve söylediğim an pişman oldum. Ne kadar abuk subuk, saçma sapan, aptal saptal bir teori. Medyum! Hem de hırsız bir medyum!
''Medyum olduğum konusunda yanılıyorsun ama hırsız olmam konusunda haklısın.'' Bunu beklemiyordum. Hırsız tipi yoktu hiç. Yani hırsızlar çirkin, kokuşmuş kişiler olurdu hep. Şaşkın gözlerle ona bakarken elini ceketinin cebine soktu.
''Bunu çaldım. Sorun olmazsa bende kalmasını çok isterim.'' Zincirlerinden tuttuğu kolyeyi gözümün içine içine sallandırıyordu. O kolyeyi Oktay almıştı. Ucunda küçük metal bir kuru kafa var. Aynı süs onun deri kolyesinde de vardı. Yüzük takmak bize anlamsız gelirdi ama birbirimize ait olduğumuzu göstermek isterdik hep. Bizde böyle bir şey bulmuştuk. Kolyeye bakarken gözlerimin dolduğunu farkettim ve kafamı hemen çevirdim. Kendime söz vermiştim. O pislik için ağlamayacaktım. Aptal bir kolye için sözümü bozmaya hiç niyetim yok. Kolyeyi aldım ve mutfağa gittim. Bay Gizemli'nin de peşimden geldiğini hissedebiliyordum. Kolyeyi çöp öğütücüye attım ve parçaladım. Çöp öğütücüyü her zaman saçma ve gereksiz bulurdum ve hiç kullanmazdım. Meğer işe yarar bir şeymiş! Gözlerimdeki yaşlar yokolmuş boğazımdaki düğüm çözülmüştü. Ağlamamı durdurabilen biri olduğum için çok şanslı olduğumu düşünürüm hep.
''Gerçekten kızgın olmalısın. Yani sana ihanet eden çocuğa.'' Amacı neydi bunun? Birden bire ortaya çıkmış canımı acıtmaktan başka bir şey yapmıyordu.
''Seni ilgilendirmiyor. Hem sen niye hala gitmedin?''
''Niye hala kovmadın?'' Güzel soru. Bu adam işini gerçekten biliyordu. Etkilenmiştim ama altında kalacak değilim tabi. Ne söylersem söyleyeyim alt edemeyeceğimi biliyorum ama en azından gitmesini sağlayabilirdim.
''Kovuyorum işte. Git hadi.'' Yüzüne bile bakmadan yanından geçip tekrar salona geçecektim ki kolumdan tutup beni duvara yaslamasıyla olduğum yerde kalakaldım. Kollarını iki yana koyup gözlerimin içine bakmaya başlamıştı. Yemyeşil gözleriyle gözlerimin içine öyle bir bakıyordu ki bir an beynimi görüp görmediğini merak ettim.
''3 yıl boyunca birlikteydiniz. Bugün onu, seni iki kızla aldatırken yakaladın. Aptal yerine koyulmuş gibi hissettin. İhanete uğramış ve 3 yılını boşa harcamış gibi hissettin. Herkesin aldatılmanı izlemenden dolayı utandın. Nasıl salak yerine konulduğunu gördükleri için utandın. Ama üzüntü bile duymuyorsun. Rahatladın. Senin için yük olduğunu biliyordun ama yalnız kalmak istemediğin için terk edemiyordun. Ona aşık olduğunu tekrarlayıp durdun kendine. Ama değilsin. Değildin. Hiç olmadın ve olmayacaksın. Seni üzen aldatılmak değil vazgeçilmez olmadığını görmekti. Senden daha iyileri olduğunu görmekti. 3 yıllık sevgilin için bile senden daha iyileri vardı. Seni üzen bu işte.'' Söyledikleri bende ensemden sırtıma doğru kayan buz etkisi yaratmıştı resmen. Söylediği her şeyde haklıydı. Oktay'ı seviyordum. Ama aşık değildim. Ve ona duyduğum sevgi kesinlikle yakın arkadaşlara duyulan türden bir şeydi. Başlarda onunla eğlence olsun diye çıkıyordum. Yakışıklıydı ve güzel kokuyordu. Hangi kız böyle biriyle çıkmaz istemezdi ki! Ama sonra alışkanlık olmaya başladı. Yani sigara gibi. Yararı yok. Aksine zararı var. Ama bırakamıyorsun işte. Asıl olay bu adam tüm bunları nerden biliyor? Kimseye, hatta kendime bile, söylemediğim şeleri bir anda saymaya başladı. Hem de ikinci defa! Üstelik hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım biri. Gözlerime bakıp tüm hislerimi söyledi. Bu fazlasıyla ürkütücü ama etkileyici. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Yıllardır kendime itiraf edemediğim şeylerin yüzüme çarpılması canımı yakmıştı. Kendimi kandırdığım yetmiyormuş gibi bunu keşfeden bir başkasıydı.
''Bunu neden yapıyorsun?'' Titrek sesim ve dolu gözlerim her an ağlama krizinin geleceğinin belirtisiydi. Bu kez durdurabileceğimi bile sanmıyordum.
''Bunu kendine sen yaptın. Ben sadece yaptıklarını kelimelere döktüm.'' O da fısıltıyla konuşuyordu ama sesi benimkinin aksine babacan ve güçlü geliyordu. Gözyaşlarım kendini serbest bırakmış yanaklarımdan süzülürken asıl soruyu sormak için sonunda gücümü toplamıştım. Nefesini yüzümde hissedecek kadar yakınken bu cesareti nasıl topladığımı bilmiyordum. Kaçırdığım gözlerimi yaprak yeşili gözlerine diktim.
''Sen kimsin ve bunları nasıl biliyorsun?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ana Yemek: Aşk
Roman d'amourDuygularla beslenen yaratık bu sefer korkuyla değil aşkla besleniyor. Onun için sıradan olan bir şey. Peki kurbanı? Yaşayacağı travmalar, dolduramadığı boşluk ve çok daha fazlası. Ana Yemek: Korku'nun 2. kitabı olan Ana Yemek: Aşk size birçok duyguy...