Part 13

1.4K 68 11
                                    

Uyandigimda ilk isim yataktan firlayip Kivanc'i aramak oldu. Evin icinde cevap alamayacagimi bildigim halde sesleniyor ve odalara bakiniyordum.

"Kivaaaaaanc." ses yok. Kendisi de yok. Birakmisti beni. İcimde onu bir daha goremeyecegime dair bir his var ve bu his icimdeki boslugu buyutuyordu. Boşluk buyuyor, buyuyor, buyuyordu. Nefes almakta zorlaniyordum. Artık Kıvanç'a karşı bir şey hissetmiyordum ama beni asla bırakmasın istiyordum. Artık ona aşık değildim ama her dakika ona dokunmak istiyordum. Beni hiç bırakmasın hep yanımda dursun istiyordum. Artık vücudumu kendim kontrol edemiyordum. Olduğum yerde yere cenin şeklinde yattım. Hem ağlıyor hem Kıvanç'ı özlüyor hem de delirmeye başladığım için üzülüyordum. Ne yapacağımı bilemiyordum. Beynimin içindeki ses tekrar duyulmaya başladı. Babamın sesi. En büyük korkum. 

Söylemiştim..

Söylemişti. Beni terkedeceğini söylemişti. Ayağı kalktım. Gözlerimi elimin tersiyle sildim. Evet beni terketmişti. Evet beni kullanmıştı. Ama bu mutlu olmama engel değil. O yokken de mutluydum şimdi de mutlu olabilirim. Televizyonu açtım ve bir müzik kanalına gelip sesi sonuna kadar açtım. Bütün odaları gezip perde, pencere her şeyi açtım. Hem şarkıyla dans ediyor hem de kendime güzel bir kahvaltı hazırlıyordum. Yumurta pişerken ben de sucukları doğruyordum. Küçüklüğümden beri sucuğu ciğ severim. Sucuk doğrama işim bitince dolaptan hamburger ekmeğini çıkardım. Pişmiş yumurtamı ve çiğ sucuklarımı içine doldurup sandiviçimi tamamladım. Dolaptan kutu ayranı da kaptığım gibi salona geçtim. Hem sandiviçimi kemiriyor hem de kanalları zaplıyordum. Kendimi sandiviç ve kanallara odaklamaya çalışıyordum. Başka bir şey düşünmeden sadece sandiviç ve kanallar. Bu tabiki de imkansızdı. İçimdeki boşluk değişmiyordu ama en azından eskisi kadar çok farkında olmuyordum. Ama sanki boşluğu hissetmemek için uğraşmam Kıvanç'a ihanetmiş gibi geliyordu. Kıvan'tan kalan tek şeydi bu boşluk. O, o kadar yoktu ki sanki hiç olmamıştı. Sanki Kıvanç'ın içinde bulunduğu her zaman dilimi sadece bir rüyadan ibaretti. Gerçekçi bir rüya. Keşke rüya olsa. Keşke aslında Kıvanç'la hiç tanışmamış olsaydım. Acaba o zaman hayatım nasıl olurdu? Belki de Oktay'la barışırdık. Şuan onun kucağına başımı koymuş film izliyor olurduk belkide. Uyuyakalırdım. Uyanınca filmin kaçırdığım yerlerini anlatırdı bana. Sonra bir pizza söyler kart oynardık. O kazanırdı. Üzülürdüm. Sahteden trip atardım. Teselli etmek için öperdi beni. Öperdi, öperdi, öperdi... Akşam olurdu sonra. Giyinip hazırlanıp dışarı çıkardık. Gezerdik. Üşürdüm. Bana ceketini verirdi. O üşüyecek diye itiraz ederdim ama o dinlemezdi. Onun kokusunu içime çekerek yürümeye devam ederdik. Sohbet ederdik yürürken. Köpekleri severdik. Birini eve alıp besleyelim diye plan yapardık. Sonra yorulup eve gelirdik. Uyurduk birlikte. Sarılarak. Tek bedende iki ruh... Bunları düşünürken bir şey farkettim. Ben bunları Oktay'la değil Kıvanç'la yaşamak istiyordum. Boşluk tekrar büyüyor. Gözlerimden birer damla yaş süzüldü. Kıvanç'ı istiyordum. Onunla olmayı istiyordum. Onunla yapmak istediğim şeyler aşık iki kişinin yapacağı şeyler. Ama ben ona aşık değilim. Benden o duyguyu aldığından beri değilim. Benden sadece aşkı aldı. Acıyı, özlemi, boşluğu bıraktı. 

Tak. Tak. Tak.

Kapı çalmıştı. Kim benim kapımı niye çalar ki diye düşünürken gözyaşlarımı silip kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda karşımda siyah saçlı, göz altları mosmor olmuş, bir deri bir kemik kalmış, uzun boylu bir kız vardı.

''Merhaba?''

''Merhaba.'' O kadar kısık bir sesle konuşmuştu ki dudaklarını okuyarak anlayabilmiştim söylediğini.

''Kimsin?''

''Önemi yok.''

''Peki neden burdasın?''

Ana Yemek: AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin