4.BÖLÜM
'Ne olur bak, bana biraz. Çocuk muyum değil miyim?'
Yine bir pazartesi, sabahın köründe uyanmak zorunda kaldım ve bu hayatımdaki en şeker zorunluluktu. En az küp şeker kadar şekerdi. Diğerlerinin aksine, pazartesi benim en sevdiğim günlerden biriydi. En az salıyı, çarşambayı, perşembeyi ve cumayı sevdiğim kadar seviyordum. Çünkü neden sevmeyeyim ki? 8 saat kesintisiz Poyraz'ı görebiliyordum. Cumartesi ve Pazar da görebiliyordum ama bu genelde 2-3 saati geçmiyordu. En fazla basket oynuyorduk ya da hava güzel olduğunda piknik yapıyorduk ve dağılıyorduk.
Onunla geçen her anımın kıymetini biliyordum. Onu daha fazla görebilmek için tüm hareketlerimi ona göre ayarlıyordum. Seçtiğim kulüpten tuttuğum takıma kadar, sevdiğim renklerden dinlediğim müziğe kadar her şey onunla alakalıydı. Böyle yapınca belki kendime haksızlık ediyormuşum gibi oluyordu ama önemli değildi. Sırf o sevmiyor diye, aslında hoşuma giden bir şarkıyı dinlememek benim için sorun değildi. Aslında müzik kulübüne gitmek isterken fotoğrafçılık kulübünde olmam da sorun değildi. Gerçekten o varsa diğer her şey sadece ufak birer detaydı.
İşin doğrusunu sorarsanız ben kendimi tanımıyorum. 5 yaşından bu yana hayatımı Poyraz'a göre şekillendirdiğimi ele alırsak ben Poyraz'ın klonu gibi bir şeyim. Teorik olarak Poyraz'ı tanıdığımı ele alırsak aslında kendimi de tanıyordum ama işler artık o kadar karışmıştı ki tam olarak ne bana ait ne değil ayrıştıramıyordum. Bazen bunun aşktan ziyade hastalık olduğunu da düşünmüyor değildim ama hasta olmam da açıkçası bir sorun değildi.
Havalardan dolayı uzun ömürlü olmayacağını bilsem de saçlarımı düzleştirdim. Aslında dün gece düzleştirmiştim de bir kere daha üstünden geçmem gerekiyordu. Malum ruhumun asiliğini saçlarım da taşıyordu. İki yandan küçük örükler yapıp arkada birleştirdim ve üzerine bir tutam saç serpiştirdim. İnşallah çok fazla bozulmazdı, en azından eve gelene kadar.
Çantamı alıp odadan çıktım. Çantamı dış kapının yanına bırakıp mutfağa geçtim. Abimle bana birer kase çıkarıp sütle mısır gevreği doldurdum. Ekim Bey pek sevmese de yerdi benimle.
"Bir gün de bizi tost yap onu yiyelim, Küp Şeker valla evde kalacaksın o olacak!"
Yerdi ama yiyene kadar bir kaç laf da yedirirdi bana, şekil 1'de görüldüğü gibi...
"Çok nankörsün! Asıl senin karın iki güne seni kapıya koymazsa iyi. Otur ye işte. Çok canın çekiyorsa da yap ben de yiyeyim."
"Dile bak dile! Boyundan uzun. Kız sen hangi ara bu kadar dillendin."
Güldüm. Sözlerine değil tabi ki de söylerken burnumu sıkmasına. "Abi, bana dilli diyorsun da Eda'yı unuttun herhalde."
"Ay aman hatırlatma, hala şükrediyorum. Ulan kız güzel diye takılalım dedik. Halbuki ayağımız taşa takılmış da haberimiz yokmuş. Tövbe estağfurullah."
Kahkahalarla gülerken elimdeki dolu kaşık sallandı ve içindekiler tabağa geri döküldü. Güldüğüm kızdan kurtulmak için yaptıklarıyla aslında.
"Kıza AİDS'im demiştin. Kızdan o günden sonra ses seda kesilmişti." Abim de güldü. "O günden sonra hangi kızla konuşsam, 8 abisi olan bir kız gibi davrandım ki yakama yapışmasınlar. Nasıl bir travma yaşadıysam."
Sonunda gülmeyi kesip mısır gevreklerimizi bitirdiğimizde evden çıktık. Merdivenleri inerken çantamdan Poyraz'ın aldığı küp şekerleri doldurduğum kavanozu çıkarıp içinden bir kaç tane şeker alıp kavanozu çantama koydum ve tekrar koluma taktım. Evet çantamda kavanoz taşıyorum ve şaşırmayın daha acayip şeyler taşıdığım da olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜP ŞEKER(TAMAMLANDI)
أدب المراهقينGözyaşım bile kirpiklerimde asılı kalmış, düşmeyi reddederken ben bu durumu kendime nasıl yedirebilirdim bilmiyorum. Boş bir parkta, dün gece yağan yağmurun ıslaklığını taşıyan bir bankta başım Nisan'ın omzunda oldukça aciz görünüyor olmalıydım. Gör...