Siyah İnci, Kraliçenin solgun yüzüne onu anladığını gösterircesine kararlılıkla bakmış. Kraliçenin yüzünde solgun bir gülümseme oluştuktan hemen sonra yere yığılmış. Siyah İnci şaha kalkarak Kraliçenin önüne geçmeye çalışmış ama Kraliçe onu durdurmuş.
"Benim kurtuluşum yok, Siyah İnci. Kızımı da alıp gitmelisin." Siyah İnci, karşı çıkarcasına ön ayağını yere sürtmüş. Askerlerin sesleri giderek yaklaşıyormuş. Kraliçe bu dünyada daha fazla zamanının kalmadığını bilen bir insanın bilgeliğiyle kızını kollarına alıp yüzünü öpmüş. Boynundan çıkardığı altın madalyonunu kızının kundağının arasına sıkıca sarmış. Evladının kokusunu son bir kez daha içine çektikten sonra kundak içindeki savunmasız bebeğini, önündeki heybetli ata uzatmış.
"Al onu ve git." Gürültülü ormanda sesi neredeyse duyulmayacak kadar zayıflamış olan Kraliçe Siyah İnci'ye gözleriyle yalvarmış. Siyah İnci burnundan kızgın denebilecek bir ses çıkarsa da, bebeğin kundağını dişlerinin arasına almış ve arkasını dönerek karanlık ormanın içinde kaybolmuş. Kraliçe de yaratıcıya, kızına sahip çıkması için yakardıktan sonra gözlerini sonsuz uykusuna yummuş.
***
Eren göz kapaklarını birbirine sıkıca bastırarak onu rahatsız eden güneş ışığından kurtulmaya çabaladı. Ne yazık ki bu nafile çabanın sonucu istediği gibi olmamıştı. Kolunu, yastığına sıkıca sardı ve onu kendine çekti. Yatağında en az beş tane yastıkla uyumak onun için olmazsa olmazlardan birisiydi. Dolayısıyla uyurken bir şeylere sarılmanın garip hiçbir tarafı yoktu. Sarıldığı şey nefes alıyor olmasaydı... Ve de bir yastığın yayabileceğinden çok daha fazla ısı yayıyor, aynı zamanda ipeksi bir yumuşaklığa sahip olmasaydı. Gözlerini biraz daha birbirine bastırdıktan sonra isteksizce araladı. İlk gözüne takılan şey, kahverengi bir buluttu.
"Bu da ne?" diye mırıldanarak kolunu çekti ve gözlerini ovuşturdu. Kahverengi bulut biraz daha netleşerek saç yumağı halini alınca, gözlerini birkaç kere kırpıştırmak zorunda kaldı. Ardından yumak yerinde kıpırdanıp arkasını döndü. Bu sefer karşılaştığı kahverengi bir çift göz olunca, ikisi birden panik halinde geriye çekilerek çığlığı bastılar.
"Sen!" Nehir, gözleri uykudan şişmiş bir halde bir elini göğsüne bastırırken, diğeriyle de suçlarcasına adamı işaret ediyordu. Eren, kızın dağınık haline yumuşakça gülümsedi. Muhtemelen, kendisinin de kızdan aşağı kalır yanı yoktu. Ellerini saçlarının arasından geçirip şekil vermeye çalışsa da, Nehir gözlerini dikip o kısma bakınca bu çabadan vazgeçti.
"Namusuma göz diktiğini bilmiyordum, Nehir. Sana hiç yakıştıramadım." Eren'in uyku mahmurluğuyla birleşen sevimli gülümsemesi, Nehir'in henüz uyanma fazına geçememiş beynine bir şok etkisi yapınca kız birkaç kere ağzını açıp kapadı.
"Kapa çeneni seni uslanmaz hergele!" Sonunda kaba bir şekilde söylendiğinde Eren kahkahayı bastı. Sonra da alınmış bir tavırla devam etti.
"Senin için tüm gece mobilya monteleyen adama biraz daha nazik davranabilirsin." Nehir, sanki olanları kavrayamıyormuş gibi boş ve anlamsız gözlerle bir süre daha adamı süzdü. Sonrasında kafasını yavaşça çevirip çalışma masasına, televizyon ünitesine ve kitaplığına baktı. Hepsi muntazam görünüyorlardı. Bu manzara karşısında biraz olsun rahatlayan kız, daha insancıl tonlara dönmüş yüzünü tekrar genç adama çevirdi. Neyse ki beyni zahmet edip uyanmayı başarmıştı.
"Ruhsal gelişimine katkı sağladığım için asıl sen bana müteşekkir olmalısın." Eren, kaşlarını şaşkınlıkla yukarıya kaldırınca kız sırıttı. İçinde bir yerlerde kendisinin dişi versiyonunu bulmuş olabileceği ile alakalı garip bir hisse kapılmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ters Köşe
RomanceKaranlık sırlar, hız kesmeyen kovalamacalar ve hepsini etkileyen gizemli bir masal... Eren Türkoğlu'nun hayatı mükemmeldi. Ailesine tapıyor, işini fena halde seviyor ve her şekilde gününü gün ediyordu. Cazibesiyle etkileyemediği hiçbir kadınla tanış...