Siyah İnci ve Prenses o günden sonra yollara düşmüşler. Kadim büyücüyü bularak bu işi sonlandırmak istiyorlarmış. Yoksa ülkeyi asla kurtaramayacaklarmış. İşin garip tarafı gündüzleri Siyah İnci Prensese eşlik ederken, geceleri de siyahlı savaşçı ortaya çıkıyormuş. Savaşçı her seferinde siyah gözlerini Prensese dikip ona bakıyor, sonra da tek kelime etmeden Prensesin en uzak köşesine ama onu koruyabileceği kadar da yakınına oturuyormuş. Prenses önceleri savaşçıya dikkat etmemiş. İşlerini bitirmiş ve sanki yanında o yokmuş gibi rahatlıkla uyumuş.
Gel zaman git zaman, Prenses yavaş yavaş Savaşçıyı merak etmeye başlamış. Adamın neredeyse asırlık dağlar kadar hareketsiz ve sessiz oluşu, Prensesi rahatsız etmeye başlamış. Bir gece dayanamayarak Savaşçının yanına gitmiş. Savaşçı, Prensesi yok sayarak olduğu yerden kıpırdamamış. Prenses masmavi gözlerindeki rahatsız eden ve sorgulayan bakışlarıyla Savaşçıyı incelemiş. Nihayet, günler sonra ilk defa Savaşçıyla konuşmuş.
"Bana kim olduğunu söyle, Savaşçı." Savaşçı yine tek kelime etmemiş ve oturduğu yerde gözlerini toprağa dikmeye devam etmiş. Prenses sinirlenmiş. Böylesine görmezden gelinmeye tahammül edemiyormuş.
"Kim olduğunu sordum!" Sesi hükmediciymiş ama Savaşçı üzerindeki etkisi aynıymış. Prenses, keskin bir tavırla kılıcını çıkarmış ve savurarak Savaşçının boynuna dayamış.
"Konuş!" Savaşçı ilk defa o zaman kafasını kaldırmış ve gözlerini Prensesin öfkeli gözlerine dikmiş. Prenses, adamın bakışları karşısında afallamış. Böylesine bir derinlik, bir çift göz için çok fazlaymış. Prenses ne olduğunu anlayamadan Savaşçı kılıcının ucunu tutmuş ve büyük bir kuvvetle geri savurarak Prensesin dengesini bozmuş. Prenses savrularak öne sendelemiş ve savaşçının kucağına düşmüş. Savaşçı Prensesin kollarını sıkıca kavramış ve ona hareket edebileceği bir boşluk vermemiş. Sonra da o keskin ve korkutucu sesiyle Prensesi cevaplamış.
"Kim olduğumu biliyorsun."
***
Eren gözlerini açtı ve bir çift kızgın, kahverenginin ateş tonunda olan gözle karşı karşıya geldi. Ardından gözlerini yeniden kapatıp içinden ona kadar saydı. Bu sefer cesur davranıp iki gözünü birden açmamıştı. Tekini açıp karşısındaki manzaraya baktı ve hiçbir değişiklik olmadığını fark edince derin bir nefes aldı. Nehir, burnunun dibine kadar girmiş, adamı kesif bir sinir ve kararlılıkla inceliyordu. Eren şansını denemek isteyerek gülümsedi.
"Günaydın." Nehir, kaba bir ses çıkararak karşılık verdi. Eren o an başının büyük, hem de oldukça devasa bir belada olduğunu anladı. Buraya kadardı. Âşık olduğu kadın tarafından parçalanarak öldürülecekti ve dünyanın en efsanevi aşkını yaşama şansını kaybedecekti. İçinde yeni tür bir kararlılık oluşurken aklına gelen ilk planı uyguladı. Kaşlarını çattı ve yüzüne kafası karışmış bir ifade yerleştirdi.
"Ben kimim?" Nehir'in dudağının bir kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. Eren kadının tek bir mimikle yemedim mesajı verebilmesine hayran kalmıştı. Yavaşça sakalını sıvazladı ve oyuna devam etti.
"Peki, sen kimsin?" İşaret parmağı neredeyse kızın burnuna dokunacaktı. Nehir'in bu sefer yemedim mesajı veren mimiği havaya kalkmış tek kaşıydı. Eren yüzünü buruşturdu. Fena halde mızıkçılık yapmak istiyordu. Gözü, hemen yan taraflarında fındık kemirerek onları izleyen Tahsin'e takılınca düşünmeden konuştu.
"O kim?" Tahsin, kemirme işini bir kenara bırakarak duraksadı. Eren'le göz göze gelerek bir süre bakıştılar. Tahsin sanki olanları anlamış gibi bıyıklarını titretti ve umursamazca fındığını kemirmeye geri döndü. Tahsin bile inanmamıştı. Nehir iki kaşını birden kaldırıp kollarını göğsünde birleştirdi. Eren ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. Nehir azıcık geri çekilerek adama alan sağladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ters Köşe
RomanceKaranlık sırlar, hız kesmeyen kovalamacalar ve hepsini etkileyen gizemli bir masal... Eren Türkoğlu'nun hayatı mükemmeldi. Ailesine tapıyor, işini fena halde seviyor ve her şekilde gününü gün ediyordu. Cazibesiyle etkileyemediği hiçbir kadınla tanış...